Mersin İlçelerimizi Tanıyalım
AKDENİZ
Mersin’in en
büyük ilçesi.
2008 yılında
ilçe
teşkilatı
kurulmuştur.
Kaymakamlık Tel: 0 324 337 30 30
Belediye Tel: 0 324 336 65 83
Havayolu
ulaşımı Adana Havaalanı ile, uzaklık 69
km.
Demiryolu
bağlantısı var.
Mersin Gar
Tel: 0.324. 231 12 67
Tarsus Gar
Tel:0.324. 624 17 15
Yenice Gar
Tel: 0.324. 651 33 75
Türkiye’nin
her yeri ile otobüs bağlantısı var.
Mersin
Limanı'ndan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne
Feribot ve
Taşucu Limanı'ndan da Deniz Otobüsü seferi var.
Atatürk Evi
Müzesi
Ulu
Önderimiz Atatürk , eşi Latife Hanımla birlikte
20 Ocak- 2
Şubat 1925 tarihleri arasında Mersin’i ziyaretlerinde, bugün müze haline
getirilen bu evde 11 gün boyunca Mersinlilerin konuğu olmuşlar, içten bir sevgi
ve coşku ile ağırlanmışlardır.
Atatürk
Caddesi üzerinde, kentin odak noktasında yer alan yapı 1897’de dönemin Almanya
konsolosu Bay Chrytman’ın (Kristman), Mersinli tüccar Mavromati’nin kızıyla
evliliği nedeni ile konut olarak yaptırılmıştır. Mimarı bilinmeyen yapı
Kristman Konağı olarak bilinmektedir.
Tahinci
Ailesinin mülkiyetinde kalan ev 1972’de Nebil Hayfavi tarafından alınmış ve
1976 yılına kadar Toros Koleji olarak hizmet vermiştir. 1976’dan sonra boş
tutulan bu yapının adı, aynı yıl belediye encümeninin aldığı bir kararla
‘Atatürk Evi ‘ olmuştur.
1980’de
kamulaştırılarak 1982 yılında Kültür Bakanlığının mülkiyetine geçmiştir. 12
Ekim 1992 tarihinde ‘Atatürk Evi ve Müzesi’ olarak resmi açılışı yapılmıştır.
Mersin
Atatürk Evi ve Müzesi dıştan düzgün kesme taş dokusu ile hemen dikkati çeken
iki katlı kübik etkili bir yapıdır. Mimari elemanların yerleştirilişi, süsleme
öğeleri, korniş ve silmeleri ile neo klasik anlayışın özelliklerini
taşımaktadır. Sivil mimarinin sadelik yanında görkemli etkisi ile anlam kazanan
en iyi örneklerinden birisidir. Bahçesinde var olduğu bilinen hamam günümüzde
yok olmuştur.
Müzenin alt
katı ‘ Fotoğraflarla ve Belgelerle Atatürk Müzesi’ olarak hazırlanmıştır.
Burada Atamızın Mersin’i ziyaretlerinde çekilen fotoğrafları, Anıt Kabir
Müzesi’nden getirilen 22 adet kişisel eşyası sergilenmektedir. Bazı eşyalar
Tarsus’lu Mehmet ve Belkız Akçora ailesi ile Taki Aleksioğlu ‘nun bağışıdır.
Atamızın kahve içtiği fincan ise Erdal Akalın tarafından armağan edilmiştir.
Etnoğrafik
değerlerin sergilendiği üst katta, salona açılan 7 odanın ikisi yatak odası,
birisi çalışma odası, dördü ise oturma odaları olarak değerlendirilmiştir.
Girişte
çeşitli fotoğrafların sergilendiği Kuvay-i Milliye köşesi oluşturulmuştur.
Pazar-Pazartesi
ve dini bayramların birinci günü öğlene kadar kapalıdır. Diğer günlerde mesai
saatleri içerisinde ziyarete açıktır.
Tırmıl Höyük
– (Tumil Kalesi )
Akdeniz
İlçesinin 3 km. kuzeydoğusunda Yeni Hal kompleksi yakınındadır.
Çanak çömlek
parçalarının yüzeyde rahatça görülebildiği Tırmıl Tepe’nin üzerinde küçük bir
garnizon kalesi bulunmaktadır. Kuzeydoğudaki Yaka Kalesi ( foto:16 , bugün
kalıntılarından çok azı kalmıştır)ile bakışımlıdır. Kuzeydoğu köşedeki yuvarlak
kule, kale burcundaki mazgallı siperlere kadar yükselmektedir. Kuzeybatıdaki
kule ise 2 m. yüksekliğe kadar korunmuştur. Diğer kulelerde olduğu gibi
yuvarlak yüzü kuzeye doğru dışa çıkmamıştır ama doğuya döndürülmüştür. İki
kuleyi birleştiren duvar çökmüştür. Kalenin merkezinde bazı yıkıntılar ve sığ
çukurlar bulunmaktadır. Orta Çağa ait metinlerde bu kale ile ilgili her hangi
bir bilgiye rastlanmamıştır.
Kuzeydoğudaki
kule ve dış yüzey taşları iyi korunmuştur. İç yüzeydeki sıvalar
görülebilmektedir. Dış yüzeyin taş işçiliği Yaka, Kütüklü (Tarsus’un kuzey
doğusunda, Adana sınırına yakın) ve Tece Kaleleri ile benzerlik göstermektedir.
Kuledeki beşik tonoz bugün çökmüştür. Duvarcı işçiliği Silifke Kalesi’nin
işçiliğini anımsatmaktadır. Kuzeybatı kulenin dış yüz taşları kaybolmuştur,
ancak kuzeydoğu kuleninki ile aynıdır. Bu kaledeki çember oda, çöken duvarın
parçalarıyla doldurulmuştur.
Anchıale (Karaduvar) Örenyeri
Mersin’in
hemen doğusundaki bu antik yerleşim için Strabon, Aristobulos’u kaynak
gösterek, Asur Kralı Sardanapal’ın Tarsus ile birlikte Anchiale’yi bir gün
içinde inşa ettiğini yazmaktadır. Sardanapal’ın mezarının burada olduğunu ve
sağ elinin parmaklarını şaklatır durumda bir taş heykelinin bulunduğunu ve Asur
dilinde yazılmış bir kitabede “ Anakyndarakses oğlu Sardanapal, Anchiale’yi ve
Tarsos’u bir günde kurdu. Ye ,iç, neşelen, çünkü diğer şeyler bunlar kadar
değerli değildir” şeklindeki metnin, parmakların anlamını açıkladığını söyler.
Khoirilos da bu yazıttan söz eder:” Bütün yediklerim, başı boş düşkünlüklerim
ve aşktan aldığım zevkler hepsi benimdir; fakat bu sayısız nimetler geride
kaldı”.
İ.Ö. 333’te
Büyük İskender, Pers Kralı Darius III ile yaptığı Issos Savaşı’na giderken bu
kıyı kenti almıştır. Su kemerleri, yapı kalıntıları , höyük, Romalılar’dan
kalma mozaikli bir hamam kalıntısı bulunmaktadır. Camili Köyü yakınındaki
İçme’nin kükürtlü suyunun bu hamama akıtılarak kullanıldığından
bahsedilmektedir.
Dikilitaş
Mersin’in 12
km kuzeydoğusunda Dikilitaş ( eski Bekirde) Mahallesinin güneyinde, yüksekliği
15 m,genişliği 4 m, kalınlığı 2 m. olan bir dikilitaş bulunmaktadır. Bu taş
konglomeradandır. Pompeiopolis’den Tarsus’a giden eski Roma yolu üzeride olup
İ.Ö. 7. yy.da Yunanlıları yenen Asur Kralı Sanherip’in zafer anıtı olduğu
sanılmaktadır.
Dikilitaş’ın
bir de söylencesi vardır:
Tarsus’ta ve
Silifke’de iki kavim vardır. Bu kavimler, aralarında süren kan davasını
kaldırmak için karar alırlar. Kendi aramızda kız alıp, kız verelim derler.
Tarsus’lu birinin kızını Silifke’den bir ailenin oğluna verirler. Tarsus’lu
aile bir bayram günü oğullarına “Silifkeye git nişanlına bir hediye götür ve üç
gün kal sonra gel” derler. Genç hediyesini alır gider. Ama on beş gün olur
gelmez. Aslında delikanlının vadesi yetip dünür evinde ölmüştür. Olaydan sonra
kız babası korkar ve kan davası yeniden gündeme gelir diye çekinir. Fakat olay
sürgit saklanamaz ki. Sonuç olarak kızın babası nasıl olsa bu duyulacak diye
kendisi olayı söylemek üzere yola çıkar ve Dikilitaş’ın olduğu yerde
karşılaşırlar. Kızın babası gerçeği anlatır. Delikanlının babası olaya inanır
ve “ 16 yaşında bir oğlum vardı ham tıraş, bileydim bu dünyada ölüm var,
koymazdım taş üstünde taş “ der. Orada bulunan taşı hızla kaldırır. O taş
öylece kalır.
Anıtsal
Yapılar
Mersin kent
içindeki anıtsal yapıların hemen tamamı 19. yy. eseri. Kentin eski
mahallerindeki bu eserlerin de çoğu Türk-İslam eserleri.
Bezm-i Alem
Valide Sultan Çeşmesi
Osmanlı
döneminde Mersin’in yeniden kent olmasında önemli rol oynayan Bezm-i Alem
Valide Sultan’ın adına yapılan Çeşme kentin en eski İslami yapısı. Eski Cami’nin
köşesindeki çeşmenin kitabesinde Sultan Abdülaziz tarafından Sultan
Abdülmecit’in annesi adına 1861 yılında yapıldığı belirtiliyor. Üçgen alınlığı
ve payeleri ile yöreye özgü mimari özellikler gösteriyor.
Eski Cami
Bezm-i Alem
Validen Sultan adına 1870 yılında yapılmış. Dikdörtgen planlı; ahşap beşik
çatılı, tek minareli cami 1901 yılında onarım görmüş. 2008 yılında yeniden
restore edilmiştir.
Müftü Camisi
Müftü Deresi
ve köprüsünün yanında 1884’de cami ve medrese olarak Müftü Emin Efendi
tarafından yaptırılmış. Barok tarzı süslemeli ve mihrabı tuğralıdır.
Avniye
Camisi
Minaresinin
ahşap olmasından dolayı Tahtalı Cami olarak bilinirdi. 1898’de yapılmış. Kent
gezisi sırasında hemen göze çarpan iki cami daha var. Bunlar tarihi değil,
yakın zamanların yapısı:
Ulu Cami
Yeni bir
cami. Caminin bulunduğu yer eskiden Gümrük Meydanı idi, şimdi Ulu Çarşı olarak
biliniyor. Şimdiki caminin yerinde 1898’de yapılan Yeni Cami vardı, bu cami
yıkılıp yerine yapıldı. Kütahya çinileri ile süslenen camide 2000 kişi birlikte
namaz kılabiliyor.
Latin
Katolik Kilisesi
Sultan Abdulmecit tarafından 1853 yılında
verilen bir fermana dayanılarak kilise mekanının inşaatına başlanmış ve
yönetimi Capucins Rahiplerine verilmiştir.Günümüzde uray caddesi üzerinde
bulunan saat kuleli kilise kompleksi, diğer birimleri ile 1898 yılında bitirilmiştir.
Kesme kireç taşından avlulu anıtsal bir yapı olan Latin Katolik Kilisesi,
Mersin ve yöresindeki Katolik cemaat için ibadete açıktır.
Arap Ortodoks Kilisesi
Atatürk
Caddesi üzerinde, Cumhuriyet Medanında bulunan ve ayakta kalan en eski kilise,
1878’de yapılmış ve ibadete açık.
Hamamlar
Hamamlar
liman kentlerinin vazgeçilmez yapılarındandır. Bu eski çağlardan bu yana süren
bir ihtiyacın ürünüydü. Kiremithane Mahallesi’ndeki Hadra Hamamı (1903),
Hastane Caddesi yakınındaki Küçük Hamam ile merkezdeki çarşı içinde bulunan
Büyük Hamam da Mersin 19. yy.da bir liman kenti olarak hızla gelişirken
yapıldılar. Bu eski hamamların hiçbiri faal değil.
ANAMUR
Tarihi
İlçe'nin
tarihi antik çağlara kadar uzanmaktadır. Anamur İlçesinin eski adı
"Anemurium" adından gelmektedir. Latin kökenli olan
"Anemurium" ismi rüzgarlı burun anlamına gelmektedir.
Anamur'un
bilinen tarihine göre Fenikeliler, Hititler ve Asurlular daha sonra İranlılar
ve Romalıların medeniyetleri sürmüş Romalılardan, Bizanslılara geçen Anamur,
Bizanslılar zamanında yeniden inşa edilmiştir. Finikeliler tarafından koloni
olarak kurulan Anamur Hitit Kralı IV. Tutaliye himayesine sığınan Mattuvatta'ya
verilmiş, Mattuvatta Hititlerin zayıflamasından yararlanarak Anamur'dan Afyon'a
kadar bir prenslik kurmuştur.
Anamur,
M.Ö.VIII.Y.Y.da Asurluların daha sonra Perslerin ve M.Ö.333'de de Büyük
İskender'in Egemenliğine girmiştir. İlçe, Büyük İskender ölünce Selefkosların
eline geçmiş, M.Ö.I. Y.Y.da Roma İmparatoru Caligula tarafından bütün Kilikya
Kıyıları ile birlikte Commagene Kralı IV.Antoochus'a verilmiştir. M.Ö.IV.yy. da
Bizans Hakimiyetine giren Anamur, M.SVIII.yy.da Araplar ve Bizanslılar arasında
birkaç kez el değiştirmiştir.
Selçuklu
Hükümdarı Alaaddin Keykubat, Ertokuş Beyi, kıyı şehirlerinin alınmasına memur
etmiş, o da M.S.1228'de Anamur'u zapt etmiştir. Daha sonra Karamanoğullarının
idaresine geçen Anamur bilahare 1471 yılında Fatih'in Komutanlarından Gedik
Ahmet Paşa tarafından Osmanlı topraklarına katılmıştır. 1859 yılında, Osmanlı
idari teşkilatında Bucak 1869 yılında ise İlçe olmuştur.
Coğrafi
Durumu
Anamur
İlçesi, Mersin'in en batısında yer alır. İlçe merkezi Mersin'e 230 km,
Antalya'ya 265 km, Karaman'a 230 km, Kıbrıs'a da 40 mil (76 km) uzaklığında
olup, Mersin-Antalya Devlet Karayolu üzerinde kurulmuş, yüzölçümü 1.241
km2'dir. Orta Toros Dağlarının, Akdeniz'e inen kolları, İlçe topraklarının
içinden geçer. Bu nedenle arazi engebeli ve dağlıktır. Kıyıdan 5-10 km.
içeride, 500-1000-1500 m. yükseklikteki dağlara rastlanılmaktadır. İlçe
sınırları içerisindeki belli başlı dağlar: Alamoz, Kınıldağ ve Naldöken
dağlarıdır.
İlçenin en
önemli Akarsuları: Sultansuyu ve Dragon Çayıdır. İlçe yüzölçümünün %60'ı yani
850 km2.lik kısmı ormanlık alandır.
Anamur
Müzesi
Müzede
Etnografik ve arkeolojik eserler bölümü, kütüphane, fotoğrafhane, laboratuar,
konservasyon ve sanat galerisi gibi üniteler bulunmaktadır.
Arkeolojik
bölümde Helenestik, Roma ve Bizans dönemlerine ait eserler sergilenmektedir.
Bozyazı'daki kazıda bulunan kabartma motifli altın diadem; Anamur Nekropolünde
bulunan 36 parça ajurlu Bizans yapısı altın objeler, bronz Athena, kantar
ağırlığı, Müzenin önemli eserleri arasında yer almaktadır.
Anamur
kazılarında çıkartılan ve çoğu mitolojik sahneleri içeren bitki ve geometrik
desenli insan figürlü zengin mozaik örnekleri ile İ Ö 6. Yüzyıla ait ve
Aydıncık'ta bulunan, kırmızı ve siyah figür tekniğinin en güzel uygulamaları
olan Lekitoslar, Helenestik, Roma ve Bizans dönemlerine ait taş kitabe, mil
taşları, taş pişmiş topraktan heykeller ve kabartmalar, Anamur kazılarında
bulunan insan yüzlü kandil örnekleri, taşın bir dantel gibi işlendiği bitkisel
süs ve hayvan figürlü taş işleme örnekleri Müzede sergilenmektedir.
Etnografi
bölümünde, geleneksel sanatların örnekleri, Yörük eşyaları ve "Post
Yanışlı" kilim türleri, zengin bir koleksiyon oluşturmaktadır.
Mamure
Kalesi
Mersin-Antalya
karayolu üzerinde, Anamur'un 6 km. güneydoğusunda deniz kenarında yer alan
Mamure Kalesi'nin oturumu 23500 m2.'dir M.S IV. Yüzyılda Romalılartarafından
yapılmış olan kale, sonraları Bizanslılar ve Haçlılar zamanında
genişletilmiştir. Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat tarafından 1221 yılında
ele geçirildiği sırada yıkılan kalenin yerine bu günkü kale yapılmıştır. Daha
sonra burası; Karamanoğulları ve Osmanlılara geçmiştir. Bir kervansaray
görünümünde olan Mamure Kalesi, en iyi korunmuş Anadolu kentlerinden biridir.
Kuleler, surlar, mazgalları ile hala ayaktadır. Kalenin beden duvarının
üzerinde bulunan tek kitabede 1450 (Karamanoğlu İbrahim Zamanı) tarihi
yazılıdır Şikari tarihine göre; "Anamur ve Taşeli'nin Kagırler tarafından
zapt ve harap edilmesi üzerine Karamanoğlu Mahmut Bey (1300-1308) 36.000
kişilik ordusuyla düşmanı bozguna uğratıp, kaleyi ele geçirmiş, mamur edip,
adını Mamuriye koymuştur." kaydı geçer.
Bir hendekle
çevrili bulunan 36 kuleli kale, üst avludan oluşmuştur. Batı avlusunda halen
ibadete açık, onarım görmüş tek minareli tarihi bir cami bulunmaktadır. İki
bölümden oluşan kalede, iç içe iki sur ve surlar üzerinde kaleyi bütünüyle
dolaşan ve bir taraftan bir tarafa geçişi sağlayan burçlar arasında bir yol
vardır. Bu yıl üzerinde 35 normal, 4 büyük olmak üzere 39 kule bulunmaktadır.
Mamure
Hamamı
Mamure
hamamı, Mamure kalesinin yol aşırı kuzeyinde yer alır. Hamamın giriş bölümü
yıkılmış, soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümleri sağlam olarak zamanımıza
gelebilmiştir.
Küçük
ölçekteki yapı ahşap hatıllarla desteklenmiş moloz taşla inşa edilmiştir.
Hamamın iç
bölümlerinde kubbeye geçiş üçgen pandantiflerle sağlanmıştır.
Yapı zamanla
tahrip olduğu için sonradan yapılan onarım sıvaları duvar freskolarının tahrip
olmasına neden olmuştur.
Yapı Mamure
kalesinin mamur edildiği tarihte Karamanoğulları tarafından yaptırılmış olması
gerekir.
Akcami
Karamanoğulları
döneminde 1326 da yapılan cami, daha sonra yapılan yivli minaresi ile ilgi
çekicidir. Karşısında Karamanoğullarından kalma bir han ve bir köprü
bulunmaktadır.
Akarca
mahallesinde merkezi planlı tamamen kesme taştan kubbeli bir camidir.
Camiye batı
yönünde basık kemerli taş kapıdan girilir. Girişin tam karşısında fazla
derinliği olmayan taş mihrap sağda orijinal olmayan ahşap minber yer alır.
Yapıda
köşelerde ve yan duvarlar üzerinde sağır sivri kemerli açıklıklarda duvar içine
gömülmüş yuvarlak iç dolgu ile geleneksel Türk mimarisinde pek görülmeyen
tarzda kubbeye geçiş sağlanmıştır. Sağır kemerlerin ayakları üçgenimsi
payandalarla desteklenmiştir.
Girişin
solunda zamanında ahşap olan güdük minaresinin yerinde yivli tek şerefeli
minaresi kaide üzerinde yükselir.
Giriş
kapısının hemen üzerinde yer alan altı satırlık yazıda 1326 H. tarihi okunmakla
birlikte yazıt orijinal değildir.
Ala Köprü
Ala Köprü,
Anamur - Ermenek karayolunun 13. km.sinde Dragon çayı üzerinde yer alır.
Ana yatak
üzerinde 19.65 m. açıklığında tek gözlü bir köprüdür. Köprüde ayrıca taşkın
suları için bir boşaltma gözü doğu yönüne yerleştirilmiştir.
Ana kemerin
yapısı, çok önemli bir işçilik ve sağlam traverten malzemeyle yapılmıştır.
Uzunluğu 54
m olan köprünün korkulukları dıştan belirmeksizin tempan duvarının uzantısıyla
sonuçlanır.
Yazıtı
olmayan köprü, 14. yüzyılda Karamanoğulları tarafından yaptırılmış bir mimarlık
harikasıdır ve halen kullanılmaktadır.
Deniz Feneri
1911 yılında
Fransızlar tarafından yapılmıştır. Halen faal durumdadır.
Çukurpınar
Mağarası (Düdeni)
Anamur'un
kuzeyinde 46 km. uzaklıkta 1880 metre yüksekliktedir. Taşeli platosundaki
Sugözü yakınında Çukurpınar yaylasındadır. 1990 yılında bulunan ve Türkiye'nin
en büyük mağarası olduğu söylenen mağaranın, tahmin edilenden de büyük
olabileceği söylenmektedir. Son araştırmalara göre 924 metreye kadar
inilmiştir. Mağaracılar tarafından yapılan araştırmalar halen sürdürülmekte
olup, şimdiki araştırmalara göre dünyanın ikinci büyük mağarası durumundadır.
Köşekbükü
Mağarası
Anamur'un 9
km kuzeybatısında, Ovabaşı Mahallesinde bulunan bu mağara 500 m2.lik alana
sahiptir. Mağaranın 2000 yıllık bir geçmişe sahip olduğu anlaşılmaktadır.
Mağaranın astım hastalığına iyi geldiği bilinmektedir. Nem oranı % 80, hacim
basıncı 762 mm. ve sıcaklığın 18 derece olduğu Köşekbükü Mağarası 3 bölümden
meydana gelmiştir. Birinci bölümünün adı Huzur,İkinci bölümünün adı Şifa,üçüncü
bölümünün adı Dilektir.Birinci bölümde basınç; 761.5 mm., ikinci bölümde basınç
760 mm.,sıcaklık 18 derece, rutubet % 80'dir. üçüncü bölümde basınç 762 mm.
olup, sıcaklık 18.2 derece, rutubet %82'dir.
Caretta
Caretta
Anamur ve
Çevresindeki kumsallarda Caretta-Carettalar insanlar birlikte yaşarlar.
Kaplumbağa popülasyonunun yoğun olduğu kumsallarda yaklaşık 500 yuvadan 45.000
yavrunun yumurtadan çıkarak denize ulaştığı saptanmıştır.
Akdeniz Foku
Türkiye
kıyılarında 70 adet Akdeniz foku (monachus monachus) saptanmıştır. Bunlardan 25
adedi Mersin ilinin Bozyazı, Anamur, Aydıncık ilçeleri kıyılarında yaşamlarını
sürdürmektedir.
Anamur
Evleri
Anamur
merkez olmak üzere yöreye özgü sivil mimarlık örnekleri Ortaköy ve Bozyazı da
yoğunlukla yer alır.
Konutlarda
geleneksel yapı zeminde ahır üzerine iki katlıdır. Üst oturma yerleri
genellikle orta sofadan köşelerdeki odalara açılan kapılar, birbirini dik
olarak kesen sahınlarla haç plan oluştururlar.
Ahırın
üzerinde ikinci katta balkonlu ve tek odalı olarak inşa edilmiş yörede
"köşk" olarak adlandırılan mimari biçim son derece özgündür.
Tol
Kervansarayı
Tol
Kervansarayı Alanya karayolunun 22. kilometresinde, Demirören Mahallesinde yer
alır.
Yörenin sert
kırmızı ve sarı renkli kayan ve moloz taşları ile inşa edilmiş yapı, güney
kuzey yönünde iki sahınlı olup yuvarlak tonoz örtülüdür.
Yapılış
tarihini belirten herhangi bir yazıt bulunmamakla birlikte 14-15. yüzyıllara
ait olmalıdır.
Akarca Hanı
Akarca
mahallesinde Ak caminin karşısında yer alan yapı moloz ve kayan taşından inşa
edilmiş olup, tek sahınlı ve tonoz örtülü bir yapıdır.
Altı Kapı
Hanı
Anamur-Antalya
karayolunda “Kharadrus”un kuzey batısındaki yaklaşık 800 m.'lik bir yolu
izleyerek Altı Kapı Hanına ulaşılır.
Yörenin
siyah ve sarı renkli taşı ile kayan taşından araları Horasan harçlı olarak inşa
edilmiş Altı Kapı Hanında doğu - batı yönünde yuvarlak kemerli altı giriş
kapısı birbirine bitişik altı yuvarlak tonozlu mekana açılır. Bu mekanların
önünde yine yuvarlak tonozlu payandalarla taşınan revak yer alır.
Yapı 14 - 1
5. yüzyıllara ait olmalıdır.
Çoban Kalesi
Anamur-Gazipaşa
yolunun 15. kilometresinde solda deniz kenarında sık ormanlık sahada, hakim bir
tepe üzerinde yer alan Çoban Kalesi, geniş avlu çevresinde çok sayıda odalardan
oluşan bir plana sahiptir. Avlu içinde uzun dikdörtgen pencere uygulamalarıyla
duvarlarda hareketlilik sağlanmıştır. İki katlı yapı yüksek duvarlarıyla gotik
etki yaratır.
16 - 17.
yüzyıllara ait yapı bir Osmanlı derebeyine ait olmalıdır.
Titiopolis
Anamur'un
batısında Ovabaşı Mahalle yolu üzerinde 5. km'de sağda, köy içinde ve
kuzeyindeki hakim tepeler üzerinde çok geniş bir alana yayılan Kalınören
Mahallesi kalıntılarının bulunduğu yere gelinir. George Evart Bean ve Terence
Bruce Mitford 1964-1968 yılları arasında Kilikya'da yaptıkları incelemeleri
sonucunda hazırladıkları Batı Kilikya'da bulunan antik yerleri gösteren
haritaların da bugünkü Kalınören Mahallesinin yerini TITIOPOLIS olarak
işaretlemişlerdir.
Ören yerinde
Hellenistik, Roma ve Bizans dönemlerini içine alan kalıntılar yer alır.
Titiopolis
antik çağlarda Anemurium'a bağlı olmayan bir site konumunda idi.
Antik kentte
bugün görülmeyen bouleuterion, ninfeum, odeon, tiyatro gibi yapılar büyük bir
olasılıkla köy yerleşmesinin altında kalmıştır.
Kenti
düzenli olarak çeviren sur duvarları kabaca yontulmuş irili ufaklı çok köşeli
taşlardan yapılmıştır.
Mahalle
girişinde solda bahçeler içerisinde sert gri renkli taştan burmalı sütun çok
önemli bir yapıya ait olması gerekir. Bahçeler içerisindeki mozaik tabanlı
mekanların işlevlerinin ne olduğu dahi anlaşılmamaktadır.
Tepelere
doğru çıkıldıkça ilk önümüze çıkan hamam yapısı büyük bir olasılıkla bir
gimnazyum yapısı olmalıdır.
Hamamın
batısında narteksi belirgin üç sahınlı bazilika yer alır. Yapıda sintronon
basamakları vardır. Apsisin sağında ve solunda diakonion odaları yer alır. Bu
odalar apsisin arkasında revakla desteklenmiş çok amaçlı bazilika tipini
gösterir.
Köy yerleşmesinin
kuzeyinde, surlarla çevrili akropol kalıntıları içerisinde bazilika, hamam ve
nekropol sahalarının bulunuşu buranın bir şehir gereksinimine yanıt verecek
biçimde ele alındığını gösterir.
Yukarı
şehirde bulunan batı ve doğu bazilikaları tamamen tahrip olmuştur. Yapıların
zeminleri gri ve beyaz renkli mozaiklerle geobitkisel süslü olarak dekore
edilmiştir.
Dini
yapıların doğusunda görkemli mezarların bulunduğu nekropol alanı yer alır.
Buradaki kesme taştan, iki katlı tonozlu mezarlar yüceltilmiş birkaç
ayrıcalıklı kişinin anıtsal mezarlarıdır.
Akropol'ün
doğu yamacında kapakları templum in antis tarzında gri renkli sert taştan
dikdörtgen formunda oyularak yapılmış sarkofaj'ın cephesinde; kanatlarını açmış
kartal figürü, yanlarda girlandları taşıyan bukranion ve medusa başları
görülür. Bu lahitin hemen yanında ön yüzünde elinde asa tutan sehpa üzerinde
oturan erkek figürü lahtin ön yüzüne işlenmiştir.
Kalınören'deki
ilginç yapılardan biri de akropolün kuzey ucunda yer alan tonoz örtülü üç ayrı
mekanlı tylos tipli hamamdır. Hamamın su gereksinimi 20 m. ilerdeki ninfeumdan
sağlanıyordu.
Eski Anamur
(Anemurium)
Anamur İlçe
merkezinin 6 km. güneybatısındadır. Kentin ne zaman kurulduğuna dair herhangi
bir bilgiye ulaşılamadığı gibi, Roma İmparatorluk Çağı öncesine giden
kalıntılara da bu güne kadar henüz rastlanmamıştır. Kentin adı sadece bir liman
listesinde geçtiği için, M.Ö. 4.y.y.da var olduğu bilinmektedir. Anemurium'un
adının "rüzgarlı yer" anlamında kullanıldığı da antik kaynaklarca ifade
edilir. 1.yüzyılda kentin çevresine ilk surların yapıldığı, bir süre Kommagene
Kralı Antiochus'un (38-72) yönetimine bırakıldığı tarihi bilgiler arasındadır.
Kıbrıs'a yakın olması nedeniyle, özellikle Romalılar zamanında bir ara istasyon
konumunda olan Anemurium; aynı zamanda kara yoluyla Toroslardaki en önemli Roma
kentlerinden biri olan Germanskopolis ile bağlantılıydı. Böylece bölgedeki
doğal kaynakların ihraç edildiği önemli bir ticaret kenti olmuştur.
Anemurium,
260' da Sasaniler tarafından ele geçirilmiş 4 . ve 5. yüzyıllarda Toroslar'dan
gelen korsanlar tarafından sık sık tahrip edilmişti.650 yılında Arap akınlarına
uğrayan kent, bu tarihten sonra terk edilir. 12.ve 13. yüzyıllarda Anadolu
Selçuklularının Mamure Kalesini ele geçirmelerinden sonra, bölge Türk
egemenliğine geçer. Anemurium kenti yukarı ve aşağı kent olmak üzere iki bölüme
ayrılır. En göz alıcı yapıları; surlar, 3 adet hamam, tiyatro, odeon (konser
salonu) ve palestra aşağı kenttedir. Liman Caddesi'nin her iki yanındaki
kaldırımların belirli bölümlerinde yer yer zemin mozaikleri bulunmuş olup,
bunların her kısmı müzede sergilenmektedir.Tonozlu mezarların tek ve iki katlı
örneklerinin tek katlı ve iki katlı bir kısmının duvarlarında freskler ve
mozaikler bulunmaktadır. Kentin surları dışında kalan mezarlığı, Anadolu'nun en
iyi korunmuş örneklerinden biridir. Kentin içme suyunu sağlayan su kenarları
dışında erken Hıristyanlık dönemine ait kilise kalıntıları bulunmaktadır.
Anemurium
19. yüzyılda İngiliz Francis Beaufort'un Akdeniz'de yaptığı Keşifler sonucunda
batı dünyasına tanıtılmıştır. 1960 yılında Toronto Üniversitesinden Elisabeth
Alfoldi Rosenbaum tarafından kazılar başlatılmıştır. Daha sonra Kanada'lı Prof.
James Russel tarafından kazılar ve diğer bilimsel çalışmalar sürdürülmüş 2000
yılında kazılara son verilmiştir.
Anemurium
kenti yukarı ve aşağı kent olmak üzere iki bölümdür. En göz alıcı yapıları
surlar, 3 hamam, 60 m. genişliğinde tamamlanamamış tiyatro, 900 kişilik oturma
yeri bulunan odeon (konser salonu), paleastra aşağı kenttedir. Liman caddesinin
her iki yanındaki kaldırımların belirli bölümlerinde yer yer zemin mozaikleri
bulunmuş olup, bunların bir kısmı müzede sergilenmektedir.
Anamur
Müzesinde sergilenen mozaikler içerisinde; barışçı kral Isaah adına düzenlenmiş
mozaikte, palmiyenin iki yanında yer alan leopar ve oğlak betimlemesi nekropol
kilisesi tabanında bulunmuştur.
Kentin
surları dışında kalan mezarlığı, Anadolu'nun en iyi korunmuş nekropol alanını
oluşturur. Bunların sayısı 350-400 civarındadır. Tonozlu mezarların tek ve iki
katlı örneklerinin bir kısmının duvarlarında freskler ve mozaikler
bulunmaktadır. Genel olarak mezarlarda lahit odası, ziyaret mekanı ve diğer
eklenti mekanları yer alır. Beşik tonozlu en eski mezarların temelleri büyük
kireç taşlarından inşa edilmiştir. Nekropol'de görülen ikinci mezar tipinde
geleneksel plana eklenti mekanlar oluşturulmuştur. Üçüncü mezar tipi ise bir
bahçe içerisinde eski tip mezarlara yeni bir ünite olarak eklenmiş yapılardan
Anemurium Nekropol meydana gelir. Bunların dışında edikula formunda, dört
cephesi kemerli ve kesik koni biçiminde mezar tipleri de yer alır.
Kentin içme
suyunu sağlayan su kemerleri (akuaduct) dışında, Erken Hıristiyanlık dönemine
ait birkaç kilise kalıntısı da saptanmıştır.
Müzede
sergilenen Anemurium buluntularının en ilginç grubunu pişmiş toprak insan yüzlü
yağ kandilleri oluşturur. Bunun dışında süs eşyalarından oluşan bronz ve
kemikten yapılmış bazı mezar armağanları, Roma çağına ait olan tunçtan yapılmış
tanrıça Athena biçimli bir kantar ağırlığı, Bizans çağına ait halk sanatını
yansıtan çeşitli malzemelerden yapılmış objeler diğer önemli buluntular
arasında yer alır.
Pullu Milli
Parkı
Dinlence
yeri olup, deniz, orman ve yaban hayatının buluştuğu, güzel bir milli parktır.
Caretta caretta kaplumbağalarının yumurtalarını bıraktığı bir kaç kumsaldan
biridir. Doğa bilimcileri, çevre korumacılığının ilgisi üzerindedir.
Demiroluk
Anamur-Ermenek
karayolunda Abanoz yaylasından 18 km. sonra sağda Demiroluk kalıntılarının bulunduğu
yere ulaşılır.
Demiroluk
kalıntıları içinde ilk dikkati çeken blok kayalar üzerine oyularak yapılmış
kaya mezarlarıdır. Mezarların cepheleri üçgen alınlıklı olup, sütun ve
payelerle dekorlandırılmıştır.
Bu kaya
mezarların birinde üçgen alınlığın içinde aslan betimlemesinin iki yanında
"Akroter" süslemeleri yer alır. Antik kentin batı yönünde yine bir
kaya mezarında üçgen alınlık içinde kalkan tutan, sağa doğru hareket halinde
şaha kalkmış at üzerinde yer alan süvari yüksek kabartma olarak işlenmiştir.
Mezar
kalıntıları Bozkır yakınlarında bulunan Isaura antik kenti kaya mezarları ile
büyük benzerlik taşır.
Köristanlık
Anamur-Ermenek
karayolunda Akpınar yaylasını geçtikten sonra Iconium, Germanikapolis üzerinden
Anemuriuma ulaşan antik yol üzerinde bulunan yörede "Çandır" olarak
bilinen ören yerine gelinir.
Antik kent
yukarı şehir (akropol) ve yamaçlarda bulunan nekropol sahalarından ıneydana
gelir.
Antik
şehirde kuzey batı yönünde çok sayıda kaya mezarı yer alır. Mezarların cephesi
"Templum in antis" tarzında ve iki sütun paye ile dekore edilmiştir.
Boncuklu
Kale
Anamur
Ermenek karayolunun 3 km.sinde solda hakim tepeler üzerinde ormanlık saha
içerisinde Boncuklu Kale kalıntıları yer alır.
Antik kentin
merkezini oluşturan kale kesme taştan ve oval formda inşa edilmiştir. Sur
içlerinde açık eyvan formunda 34 mekan yer alır. Mekanların üstünde seyirdim
yerlerinin kenarları 1 m. yüksekliğinde burçlarla çevrilmiştir. Kalenin beden
duvarlarının köşeleri kare formunda kulelerle takviyelendirilmiştir.
Azıtepe
Anamur
Bozyazı karayolunda Çarıklar köyü sınırları içerisinde Azıtepe kalıntıları yer
alır.
Antik
yerleşimin en doğusunda İ.S. 4ncü yüzyıla tarihleyebileceğimiz apsisi ve
sintronon izleri belirgin geniş ölçekli bazilika yapısı görülür.
Ören yerinin
güney doğusunda moloz taştan beşik tonozlu hamam yer alır.
Kızıl Kilise
Anamur'un 8
km. kuzeyinde Kızılaliler köyü içerisinde yer alır.
Ören yeri
içerisinde üç sahınlı bazilika görülür. Yapı 5.6. yüzyıl Isaura yapılarını
çağrıştırır.
Anıtlı
Gözetleme Kulesi
Yapı
Anamur-Alanya karayolunun Yakacık köyü içerisinde yer alır.
Yapı, kesme
taştan kalın temeller üzerinde ve iki katlıdır. Mekan açıklıklarını yuvarlak
tonozlu, üst örtü beşik çatılıdır. İ.S. 4, 5. yüzyıllara tarihleyebileceğimiz gözetleme
kulesi döneminde önemli bir karakol yapısı olmalıdır.
Otak Köyü
Şapel Binası
Anamur
-Alanya karayolunda Yakacık'tan sonra sağa dönünce 10. km. de solda Kaladran
çayının kenarında Otak Şapeli yer alır.
Geç Bizans
dönemine ait yapı moloz ve kesme taştan tek sahınlı apsinin iki yanında kült
odaları bulunan küçük bir yapıdır.
Ayvasıl
Anamur -
Ermenek karayolundan 2 km. uzaklıkta, sağda basit kale surları, yapı
kalıntıları ve bir hamam yer alır.
Kandacık
Nekropolü
Anamur
Ermenek karayolunda Malaklar köyü yakınlarındaki Kandacık Nekropolünde Roma
dönemine ait küp biçiminde mezarlar ve diğer yapı kalıntıları görülür.
Arap Çukuru
Çukur Abanoz
köyü yakınlarında Arap Çukuru mevkiinde yüksek kayalar üzerinde yer alan yüzlerce
oyuk ahşap mertekler üzerine yerleştirilmiş lahitlerin oyuklarına ait
olmalıdır. Ören yerinde ayrıca üçgen çatılı haç kabartmalı kaya mezarları
görülür.
Şıhardıcı
Arap çukuru
yakınlarında yüksek hakim tepe üzerinde yer alan antik kent aşırı tahrip
olmuştur. Ören yerinde görülen korint tipi sütun başlıkları ve diğer mimari
parçalar önemi yapılara ait olmalıdır.
Halkalı
Anamur-Ermenek
karayolu üzerinde Abanoz yaylasını geçtikten sonra solda ormanlık saha
içerisinde halkalı kalıntıları yer alır. Ören yeri içerisinde Roma dönemine ait
üçgen alınlıklı ve sütunlu kaya mezarları dikkat çeker.
Abanoz
Anamur-Ermenek
karayolunda Abanoz Yaylasında sağda hakim tepeler üzerinde son derece tahrip
olmuş kent kalıntıları görülür. Antik kentin sağında nekropol sahasında sağlam
kalabilmiş kaya mezarları yer alır.
Zincirlitepe
Anamur'un
batısında Kızılaliler köyünün kuzeyinde henüz fonksiyonu çözülememiş sayısız
yapı kalıntısı ve nekropol alanı yer alır.
Filir Kalesi
Anamur'un
kuzeybatısında Vilayet köyü yakınlarında Filir kale kalıntıları yer alır. Ören
yerinde Geç Roma dönemine ait bir sarnıç, basit kale surları ve nekropol alanı
görülür.
Göz Taşı
Anamur'un
batısında Sarıdana köyü sınırlan içerisinde solda bir tepe üzerinde aşırı
tahribat nedeniyle işlevleri anlaşılamayan mimari kalıntılar yer alır.
Ovabaşı
Anamur'un
batısında Ovabaşı köyü sınırlan içerisinde bulunan ören yerinde Geç Roma ve
Bizans dönemlerine ait apsis'i belirgin bir bazilika, sarnıçlar ve nekropol
alanı görülür.
Ninfeum
Sarıdana
köyü yakınlarında yer alan anıtsal çeşmenin sütunlu cephesinde ortası aslan ve
medüsa başlarıyla dekore edilmiştir. Yapı Roma dönemine aittir.
Zavrak Taş
Anamur'un
kuzey batısında Filir Kalesi yakınlarında yer alır. Kalıntı yörenin gri renkli
blok taşından yapılmıştır. Taşın tam merkezinde apsis biçimindeki geniş açıklık
nedeniyle zavrak (pencere) taş diye adlandırılmıştır.
Ritüel
amaçlı kullanıldığı sanılan anıt eser Hitit dönemine ait olmalıdır.
Kudret
Kalesi
Anamur'un
yayla kesiminde Kaş yaylasının karşısında bir tepe üzerinde Roma dönemine ait
kale surları ve diğer yapılara ait kalıntılar görülebilir.
Cennet Koyu
Anamur-Gazipaşa
yolunun 17. km.sinde soldaki köy içerisinde apsisi zamanımıza gelebilmiş bir
bazilika ile diğer yapı kalıntıları yer alır.
AYDINCIK
Tarihi
Antik çağda
Celenderis-Kelenderis- Gilindire olarak bilinen kent Kıbrıs'a en yakın bölgede
bulunması nedeniyle eski çağlarda önemli bir tarihi liman kenti olarak
gelişmiştir. Fenikeliler zamanında kurulduğu düşünülen Kelenderis sırasıyla,
Persler, Selefkoslar, Romalılar, Bizanslılar, Araplar, Selçuklular,
Karamanoğulları ve Osmanlı İmparatorluğu dönemlerini yaşamıştır.
Selçuk
Üniversitesi tarafından İlçede gerçekleştirilen kazılarda İlçenin tarihinin
Hititler dönemine kadar uzandığını göstermiştir. İlçe merkez ve çevresinde eski
dönemlere ait çeşitli tarihi kalıntılar vardır. Yapılan çalışmalarda ve
arkeolojik kazılarda Selefkoslar döneminde seramikler, Roma döneminden tiyatro,
anıt mezar, Bizanslılar döneminden kap, kacaklar-stater bulunmuştur.
1915 yılına
kadar bugünkü anlamda İlçe teşkilatına sahip bir yerleşim birimi olan Aydıncık,
1915 yılında Gülnar'a bağlı Bucak Merkezi olmuş.,1987 yılında da, Gülnar'dan
ayrılarak müstakil İlçe olmuştur.
Coğrafi
Durumu
Orta
Toroslar'ın Akdeniz'e inen kolları üzerinde yerleşmiş olan Aydıncık İlçesi dağ
ve deniz arasına sıkışmış olması nedeniyle arazi yapısı son derece engebeli ve
dağlıktır. Toros dağlarının batıya uzantıları olan tepeler, İlçenin kıyı
kesiminden en yüksek noktalara ulaşır.
Söğüt,
Akçam, Dutlu ve Bozdağ İlçenin önemli dağlarıdır.
İlçe
merkezinde tarıma elverişli olan, kıyıdan başlayıp kuzeye doğru devam eden 3-5
km.lik alan içerisindedir. İlçede çeşitli yaylalar ve dereler bulunmaktadır.
Menekşe, Kızılyokuş, Gözsüzce ve Soğuksu önemli akarsularıdır. Aydıncık'ın
iklimi Akdeniz iklimidir.
Tarihi,
Kültürel Değerleri
Kelenderis,
yüzyıllar boyunca ve kesintisiz biçimde iskan edilen kentlerden biri olması
nedeniyle, Antik Çağlardan günümüze kadar ulaşan kalıntıları çok azdır.
Liman Kalesi
Kentin
güneyindeki yarımadayı çevreleyen surlar ve kaleye ait kalıntılar, günümüzde de
görülebilmektedir. Tarihi kaynaklarda güçlü bir kale olarak sözedilen Liman
Kalesi, Antik Çağlar'da ve özellikle ortaçağ ve sonrasında, kente yönelik yoğun
saldırılara, güçlü savunma sistemiyle direnmiştir.
19.ncu y.y.
dan itibaren gezenlerin uğrak yeri olmaktan çıkan liman işlevini yitirmesi ile
terk edilen kale, kent yapılaşmasında taşocağı gibi kullanılmış ve günümüze
ulaşan bazı duvar kalıntıları dışında yok olmuştur.
Liman Hamamı
Liman
girişinde bulunan, kentin kısmen ayakta kalabilen antik yapılarından biridir.
Ön ana mekanı günümüze kadar ulaşmış bulunan ve büyük bir kompleks olduğu
anlaşılan hamamın bütününe ait görsel bilgi kaynağı, M.S 5. y.y. da yapılmış
olan bir liman mozaiğidir.
Tiyatro
Günümüzde
toprakla kaplı olan tiyatronun varlığı yapının moloz taşlarla örülen sırt
duvarının oluşturduğu yarım daire biçimindeki kavisten anlaşılmaktadır.
Anıt Mezar
(Dört Ayak)
Kent merkezinde,
büyük kesme kireç taşlarıyla yapılmış ve halk arasında "Dört Ayak"
olarak bilinen anıt mezar, İlçenin en ilgi çeken antik yapısıdır. Kare planlı
ayak üzerine baldahinli olarak oluşturulmuş piramidal çatılı anıt mezar M.S.
geç 2 veya 3 y.y.başlarına tarihlenmektedir.
Piramidal
mimari yapısıyla, mausoleum mezar geleneğinin devam ettiğini göstermekte olup,
oldukça iyi korunmuş durumdadır.
Kentin yakın
çevresinde görülebilen diğer yapılar, Aydıncık-Gülnar yolu üzerinde 15.km.de
orman içindeki kaynaktan kente su getiren kemerler ve kanallar günümüze kadar
ulaşan alt yapılardır. Kent yakınındaki Duruhan ve Bodur kaleleri harap
durumdadır.
Buluntular
Bilimsel
kazı ve araştırmaların başlatılmasından önceki 1960.lı ve 1970.li yıllarda,
özellikle antik kent mezarlığında yapılan kaçak kazılarla veya rastlantı olarak
elde edilmiş çok sayıda eser bulunmaktadır. Yurtdışına götürülen, sayısı ve
nerede olduğu belirlenemeyenlerin dışındakiler, Adana, Mersin, Silifke, Anamur
Müzelerinde bulunmaktadır. Bunların büyük bir bölümü pişirilmiş kil vazolar ile
küçük boyutlu, taş, altın, gümüş , cam eşyalar ve sikkelerdir. M.Ö.3.y.y.da
darbedilen II.Ptolemaios'a ait altın sikkeler ile M.Ö. 6. Ve 5.y.y.a ait
drahmiler Kelenderis'e ait önemli nümizmatik buluntulardır.
Arkeolog
Zoroğluna göre, Doğu Akdeniz Bölgesinde ele geçen ilk eserler olması bakımından
Attik atölyelerinden gelmiş "Leythos" denilen seramik
vazolar,Kelenderis"in en ilginç buluntularını oluştururlar. Bunlar, beyaz
zeminli " siyah figürlü "Haimon" grubu.Figürsüz siyah gövdeliler
" grubu, "Bezekli Lekythoslar" gibi gruplara ayrılır.
BOZYAZI
İlçenin Tarihi
Bozyazı'nın çekirdeğini oluşturan Paşabeyleni Tepesi M.Ö. 5 ve 4. Yüzyıllar
Rodas veya Sisan Kolonisi olarak kurulmuştur. Kurucusu Nagis'e atfen kentin ilk
adı Nagidos'tur. Her dönemde ticaret merkezi olmuştur. Mısır, Bizans, Selçuk
dönemlerine ait eserler vardır. Küçük limanı ticari amaçla kullanılmış antik
bir şehirdir. Yer yer sur kalıntılarına sahip kentin hemen güneyinde daha geç
dönemlere ait yapı kalıntıları bulunan Tagiduda Adası vardır. Tepenin
batısındaki düzlükte deniz kıyısında şehir mezarlığı yer almaktadır. Pişmiş
toprak, lahit buluntuları kurtarma çalışmaları sırasında ele geçmiştir.
Nagidos
Kelenderis gibi bölgenin en eski kentlerinden biri olan Nagidos'un kalıntıları
Bozyazı İlçesinde, kıyıya yakın bir tepe üzerindedir.Hakkında çok az bilgiye
sahip olunan kentten günümüze ulaşan kalıntılar, bu tepenin zirvesine yakın
yerdeki surlardan ibarettir. Ayrıca Bozyazı Çayı üzerindeki köprünün ilk
biçiminin Roma çağında yapılmış olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca bir su yolu
kalıntısı ile bir hamamın temelleri yine Geç Roma, Bizans çağı kalıntıları
arasında sayılabilir.
Nagidos'un M.Ö. V.ve IV. Yüzyıllarda Pers egemenliği altında olduğu, bu dönemde
basılan satraplık sikkelerinden anlaşılmaktadır. Hellenistik Çağ'da, Mısır'daki
Ptolemioslar'ın etkisi altına girmiş ise de, ardından gelen korsan baskıları
kentin zayıflamasına yol açmıştır. Orta Çağda ise, önemsiz ve yerleşmenin
sadece kıyıya çok yakın Bozyazı Adası (Nagidussa) üzerinde yoğunlaştırdığı
anlaşılmaktadır.
Kilise Burnu
Bozyazı'ya 14 km. uzaklıkta Akkaya köyü sınırları içerisinde, halk arasında
Kilise Burnu olarak bilinen, geç Roma ve erken Bizans dönemine ait bir ören
yeridir. Burada sur, sarnıç, bir kilise ve diğer yapılara ait kalıntılar
bulunmaktadır.
Surun dışında kuzeybatı yönünde ikisi yan yana , biri arkada olmak üzere üç
adet 1. ve 2. Yüzyıl'a ait Memurium mezarlarına benzer yapıda mezarlar vardır.
Maraş Tepesi (Arsione)
Bozyazı'nın 2 km. doğusunda Maraş Tepesi üzerinde kurulu olan bu kent, Mısır
Kralı Ptolemaios'un eşi Kraliçe Arsione adını taşıyan antik bir liman kentidir.
M.Ö. 3.yüzyılda kurulduğu sanılan kentin görülebilen en önemli kalıntıları iki
katlı mozaik döşeli mezarlar ile öteki yapı kalıntılarıdır.
Softa Kalesi
İlçenin 10 km. doğusunda Mersin yolu üzerinde
"Fidik" denilen tepe üzerinde kurulmuştur. Eski çağlardan beri
korsanlar ve Romalılar tarafından kullanılan kale, burçlu görünümünü orta çağda
almış olup, Bizans döneminde onarım görmüş ve sonra Türkler tarafından
kullanılmıştır. Surların içinde birkaç su sarnıcı ile orta çağa ait hamam
kalıntıları bulunmaktadır.
Çaltı Mağarası
Bozyazı ilçesi Lenger Köyündedir. Lenger Köyü 3 ayrı mahalleden oluşup, Bozyazı
ilçesine 40 km uzaklıktadır. Çevresi dağlarla çevrili yemyeşil ormanlık alan
içerisinde bulunan Çaltı Mağarası 1200 mt. rakımlıdır. Uzunluğu ve genişliği
çok büyüktür. Çok derin olan ve uzunluğunun tespit edilmesi güç olan mağaranın
yanlarında, tavanında dikitler, sarkıtlar ve çok yönlü resimler mevcut olup,
içerisinde insanı dinlendiren hoş bir hava vardır.
ÇAMLIYAYLA
İlçenin Tarihi
Çamlıyayla İlçesinin yerleşim tarihi tam olarak
bilinmemekle birlikte İlçeye adını veren Namrun Kalesi, Haçlıların bu bölgeye
geldikleri devirde ve Selçuklular zamanından başlayarak uzun süre Kilikya
Ermeni Krallığının elinde kalmış, bu devrede Namrun Sinyörü olarak tanınan
Oşin'ın burada hüküm sürdüğüne dair bilgiler mevcuttur. Oşin 1081 tarihinde
askerler ile birlikte Bizans İmparatoru Alexios'un komutanı durumunda iken
Bölge Selçuklulara ve daha sonra diğer Müslüman Devletlere geçmiştir.
1854'den sonra başlayan Osmanlı, Memluk savaşları sırasında, Namrun'u Ali Paşa
ele geçirmiş, 19. Yüzyılın ikinci yarısından sonra bir nahiye merkezi olarak
idari taksimat içerisinde yerini almış, 1991 yılında da Tarsus İlçesinden
ayrılarak müstakil ilçe olmuştur.
Coğrafi Durumu
Çamlıyayla ilçesi Külpet Dağı'nın eteğinde kurulmuş olup, denize olan
yüksekliği 1430 m.dir. İlçenin doğusunda ve güneyinde Tarsus,batısında Mersin
,kuzeyinde Konya ve Niğde illeri yer almaktadır.İlçe, Mersin'in en eski
yaylalarındandır. İlçe'nin yüzölçümü 811 km2. olup, iklimi
karasal iklim karakterindedir.
Lampron (Namrun) Kalesi
Çamlıyayla'nın en önemli tarihi kalıntısı, İlçenin kuzey yamacında tepe
üzerindeki Namrun Kalesi'dir. Günümüzdeki yuvarlak burçlu yapısı Orta
Çağlar'dan kalmadır.
ERDEMLİ
İlçenin Tarihi
Türkiye Cumhuriyetinin ilanından sonra, Silifke İlçesine
bağlı küçük bir yerleşim iken, 1 Haziran 1954 tarihinde ilçe olmuştur. Turizmi,
tarihi zenginlikleri ve doğal güzellikleri açısından önemli bir gelişme
potansiyeline sahiptir.
Erdemli, Mersin’in 37 km batısında ve Akdeniz
kıyısında kurulu bir ilçedir. İlçe sınırları içerisinde tarihi ve turistik
yerlerin yoğun olması ve narenciye üretiminin büyük bir bölümünün bu ilçede
yetiştirilmesi ilçenin il içerisindeki önemli konumunu göz önüne sermektedir.
Erdemli adının nereden geldiği kesin olarak
bilinmemekle birlikte, 15. yüzyılda İç Anadolu’dan geldiği sanılan
“Erdemoğulları” adındaki bir Türkmen aşiretinin (Erdem Bey adındaki aşiret
beyi) adından geldiği belirtilmektedir.
Erdemli; Hititler, Selefkoslar, Romalılar,
Bizanslılar, Mısırlılar, Karamanoğulları ve Osmanlılar devrini yaşamıştır.
1953 Yılına kadar köy olan Erdemli, Silifke İlçesine
bağlı küçük bir yerleşim yeri iken, 01 Haziran 1954 tarihinde Silifke’nin Yağda
Bucağı ile Mersin’e bağlı Elvanlı Bucağının birleştirilmesiyle ilçe olarak
kurulmuştur.
Coğrafi Durumu
Erdemli doğal güzellikleri zengin Akdeniz kıyısında
şirin bir ilçedir. Doğusu Mezitli , batısı Silifke, kuzeyi Karaman ve Konya,
güneyi Akdeniz ile çevrilidir. Yüzölçümü 2.078 km²’dir. Bu alanın % 62’si
orman, % 17’si tarım alanı, % 21’i mera, taşlık ve kayalıktır.
Korykos
Mersin-Erdemli-Silifke karayolunun 60. km'sinde Kızkalesi Mahallesindedir. Roma
ve Bizans dönemlerinde yoğun olmak üzere, İslami devirlerde de iskan görmüştür.
Nekropol alanından çıkarılan eserlerden burada ilk yerleşimin MÖ 4. yüzyıla ait
olduğu anlaşılmıştır. MÖ 1. yüzyılda kendi adına sikke darbettirmiştir. Herodot
bu kenti Gorges adında Kıbrıslı bir prensin kurduğunu yazar. Korykos, Kilikya
bölgesinin bir liman kenti olduğundan çok el değiştirmiştir. MÖ 4. yüzyılın
sonunda Seleukhos Nikador Silifke kentini kurduğunda, Korykos'u yönetimi altına
almıştır. Kent, MS 72 yılında Roma egemenliğine girmiş ve 450 yıl Roma
yönetimine bağlı kalmış, bu dönemde tarım alanında büyük bir gelişme göstererek
zeytinyağı ihraç merkezi olmuştur.
Bizanslılar zamanında Arap istilalarına karşı etrafı kuvvetli surlarla
çevrilmiştir. 13. yüzyılda Kilikya Ermeni Krallıkları döneminde önemli bir
ticaret limanı olmuş, Ceneviz ve Venedik gemilerinin uğrak limanı durumuna
gelmiştir. Korykos 1448 yılında Karamanoğlu İbrahim Bey tarafından ele
geçirilerek, yeniden imar edilmiştir.
Örenyerinde iç ve dış kale kiliseler, sarnıçlar, su kemerleri, kaya mezarları,
lahitler ve taş döşemeli Roma yolları kısmen ayakta dır. Adını, adadaki kaleden
almaktadır.
Kare planlı kale, iç içe iki sıra surdan oluşmaktadır. Etrafı hendekle
çevrilmiştir. Kaleye giriş bugün mevcut olmayan hareketli bir köprüyle
sağlanmakta idi. Bugünkü haliyle kale, tipik Orta Çağ mimari özelliklerini
yansıtmaktadır.
Elaiussa- Sebaste
Silifke-Mersin karayolu üzerinde Mersin'e 52 km. uzaklıktaki Ayaş
(Merdivenlikuyu) da yer almaktadır. Şehir İÖ II. yüzyıl sonlarında kurulmuştur.
Strabon'a göre, bu şehrin bir bölümü kara parçasında bir bölümü de karşı
taraftaki adanın üzerinde yer almakta olup, bu antik kent Elaiussa ve Sebasta
kentlerinin birleşmesi ile meydana gelmiştir. Elaiussa daha eskidir. İÖ 41
yılında Antious tarafından Kapadokya Kralı olarak atanan ve İÖ 20 yılında
Elaiussa'nın çevresinde bulunan dağlık Kilikya'yı Augustus'tan almış olan kara
parçası haline gelince kent eski önemini yitirmiştir.
Eski adının tepesi ile batı yamacı ve adanın birleştiği kara parçası kumla
kaplıdır. Kumların altında Kral Archelaos'tan önceki zamanlara ait çeşitli
tarihi eserler bulunmaktadır. Bunlar iyi korunmuş 5 nefli Bazilika, tiyatronun
caveası (Theatron oyuğu), su kemerleri, kilise kalıntıları, zeytinyağı ve su
sarnıçları, iki mermer sütunlu saray saray kapısı, bu kapının 50 m. kuzeyinde
çeşitli hayvan resimlerini içeren döşeme mozaikli Jüpiter tapınağıdır. Jüpiter
tapınağı 612 sütunlu bir Roma mabedi olup, erken Hıristyanlık döneminde (5.
Yüzyıl) kiliseye çevrilmiştir. Şehrin mezarlığı (Nekropal), doğu ve kuzeydedir.
Burada antik bir yolun iki yanında taş lahit ve mezarlar vardır. Bir lahit'in
üzerindeki yazıt şöyledir: "Hijinos'nun oğlu Plütinos, sağlığında Sebaste
mezarlığında kızı için bir lahit yaptırdı. Öldükten sonra oraya yalnız kızı
gömülecektir. Eğer başka biri gömülürse bu kişinin ailesi Maliyeye 600,
belediyeye 300 dinar ödeyecektir." İki katlı bir anıt mezarın cephesindeki
kabartmada ortada kanatlarını açmış bir kartal, ayaklarının altında bir yılan,
kartalın sağ ve solunda zincirle bağlanmış birer çocuk ve çocukları birer
kolları zincirlidir. Aynı zincir üzerinde birbirine bakan iki aslan vardır. Bu
yapıtların hepsi Roma devrine aittir.
Korykos (Kızkalesi)
Mersin’in 60 km. güneybatısında, Kızkalesi
Mahallesinde yer almaktadır. Silifkeye olan uzaklığı ise 25 km kadardır.
Herodotos’a göre kent, Korykos (Gorgos?)adında Kıbrıslı bir prens tarafından
kurulmuştur. Korykos adına ise İÖ. 1. yüzyıl başlarında Seleukos kralı IV.
Anthiokos’un ölümünden sonra çıkan karışıklıklardan yararlanarak bağımsızlığını
ilan ettiği sıradaki sikkelerin üzerinde rastlanmıştır. Kuzeydoğudan
güneybatıya değin limanı da kapsayan, doğuda Elaiussa- Sebaste’ye, batıda
Cennet-Cehenneme kadar uzanan bu yerleşimle ilgili en erken bilgiler
Hellenistik Dönem’e aittir. Bu dönemde ana kaya üzerine kurulmuş poligonal
örgülü duvar işçiliği taşıyan mekanlar görülebilmektedir. Bir müddet Mısırlılar’ın
eline geçen Korykos, III. Anthiokos zamanında İÖ. 197 yılında Mısırlılar’dan
geri alınmıştır.
İÖ. 80’de Roma egemenliği altına girmiş, İÖ. 20’de Kappadokia kralı
Arkhelaos’un eline geçmiştir. Roma ve onu izleyen Bizans egemenliği sırasında
büyük bir liman kenti olmuştur.
İÖ. 2. yüzyıldan beri bilinen bir Polis (şehir,kent) ,İS. 3. yüzyılda ise
Sebaste’ye bağlanan bir Kome (köy) olmuştur. Daha sonra I. Shapur döneminde
Sasaniler’in yıkımı ile karşı karşıya kalmıştır.
Bu dönemden sonra tekrar canlanan Korykos’un bu durumu daha çok anıtlarda
gözlenmektedir. 5. yüzyılda Hierokles kente bir düzenleme getirmiştir. Böylece
başkenti Tarsus olan Kilikia I’in kentleri arasında Korykos’ta yer almıştır.
479 yılında Korykos ve Sebaste’ye Isaurialılar hakim olur.
6. yüzyılda Antakya patrikliğine bağlı Tarsus’un altında yer alan Korykos,
Tarsus’a bağlı bir piskoposluk, 1136-1394 yılları arasında da Latin
başpiskoposluğu olmuştur. Tanınan piskopos isimleri arasında Germanus
(İ.S.381), Salustios (431), Iohaninus ( 680-681-690) sayılabilir. Bir yazıda
ise piskopos Indakos ( 516-518) ismine rastlanmıştır. Korykos’ta 5. ve 6.
yüzyıllara tarihlenen çok sayıda yazıt bulunmaktadır. Bu yazıtlarda hem
mesleklere ait bilgiler hem de Hıristiyan olduklarına dair bilgiler edinilebilmektedir.
Bu yazıtlardan yine Kızkalesi’nin önemli bir liman olduğu, burada çalışan
işçilerin varlığı, onların zaman zaman komşu Korasion’a giderek ticaret
yaptıkları anlaşılmaktadır. Korykos 690-91 yıllarında hala Kilikia I Eyaletine
bağlıdır. 7. yüzyıl başında Sasani, yüzyıl sonunda ise Araplar’ın eline
geçmiştir. 9-10. yüzyıllarda Seleukeia Tema’sına ait olmuştur. Adı 10. yüzyılda
Arap initerarı içerisinde Korasion’la birlikte, “Qurqos” olarak
geçmektedir.
1099 yılında gelişmelerin yeniden başladığı gözlenmektedir. Bu yılda İmparator
I. Alexion, Mimar Megas Drungarios Eustatias’a karadaki kaleyi yaptırmıştır.
Aynı mimar Silifke Kalesi’nide yapmıştır. Her iki kalede İstanbul’dan kutsal
topraklara deniz yolu ile gitmek isteyenler için birer konaklama yeri olarak
kullanılmıştır. 12.yüzyılın başlarında Küçük Ermeni prensi I. Constantin buraya
hakim olmuştur. 1137’de tekrar Bizanslılar’ın eline geçmiştir. 1163 yılında
tekrar Küçük Ermeni Krallığı olur. 1191 yılında Fransa kralı Philip Hac’dan
dönerken buraya uğramıştır. Korykos’ta 1267 yılında Cenevizliler’in bir ticaret
gemisi saldırıya uğrayınca Ermeni Krallığı ile Cenevizlilerin arası açılmış
1271’de tekrar iyişleşme görülmüştür. 1275 yılında Memlük sultanı Baybars
döneminde safranın üretildiği bir yer olarakta çok önemlidir.
Hetum hanedanından Korykos’un son beyi Osin 1329 yılında öldürülünce IV.
Leon’un egemenliğine girmiştir. Bu da öldükten sonra 1361’de bir ara
Karamanoğulları’nın baskısıyla karşılaşan Korykos halkı Kıbrıs Krallığı’ndan
yardım istemiş ve Kıbrıs’ın himayesine girmiştir. 1375’te Kıbrıs’ta bulunan
Lusignanlar her zaman Korykos bağlantılı olmuşlardır. 1448’te de Karamanoğlu
II. İbrahim tarafından fetih edilmiş, 1473-74’de Osmanlılar’ın eline geçmiş ve
zamanla önemini kaybetmiştir. Cem Sultan 1482 yılında Temmuz ayında Rodos
şövalyelerinin yolladığı gemiye binmeden önce Mersin’den buraya
gelmiş,Kızkalesinde kalmış, Anamur üzerinden de İtalya’ya gitmiştir.
Ören yeri içerisindeki kalıntılar:
Kara Kalesi:
Korykos Kalesi yapılırken genelde Roma Dönemi mimari parçaları devşirme olarak
kullanıldığı için Ermeni işçiliği çok az görülebilmektedir. Kale çeşitli
düzenlemeler ve eklemelerden sonra bugünkü haline 13. yüzyılın ortalarında
gelmiştir. Aynı merkezli iki sıra surdan oluşmuştur. Dış sur daha geç inşa
edilmiş olmalıdır. İç surların kapladığı alanın avlusunda üç kilise
bulunmaktadır. Yine burada bulunan bir kapının üzerinde haç kabartması vardır.
Yanı sıra sarnıçlar ve kare planlı bir yapı görülmektedir. Kalenin doğusunda
malzeme olarak küçük kesme taşın kullanıldığı geniş bir mezar vardır. Kalenin
doğusunda ana kaya kesilerek oluşturulmuş büyük bir hendek bulunmaktadır.
Liman:
Korykos örenyerine ait kalıntılar arasında en önceliklilerden birisi limandır.
Korykos limanıda Sebaste ve Aigaiai gibi Suriye donanması tarafından
kullanılmıştır.
Nekropol Alanı:
Hellenistik Dönem’e ait nekropol alanı limanın hemen karşısındadır ve bu alan
Erken Bizans Dönemi’nde genişlemiştir. Ancak Sebaste ve Kanlıdivane ile
karşılaştırıldığında Anıt Mezar daha azdır. Bazı mezar yapılarının taşları,
kıyıdaki kale yapıldığı sırada sökülüp kullanılmıştır. Lahitlerin yanı sıra
kaya mezarlarda bulunmaktadır. Kahmasorion tipte lahitlerde vardır.
Sur kalıntıları:
Korykos’a ait sikkelerde Tyche’nin başında duvarlı kent surları tasvir
edilmiştir. Bunlar İ.Ö. 1.-İ.S. 1. yüzyıllarda var olan kent surlarını
gösteriyor olmalıdır. Bu erken dönemdeki kent surunun kalıntıları bugün
rahatlıkla görülememektedir. Yeni kent suru ilk olarak İ.S. 4. yüzyılın sonunda
yapılmıştır ve bu sur nekropol alanını da içine almaktadır.
Kiliseler:
Korykos yerleşiminin kuzeyinde Katedral dışındaki Mezar Kilisesi, Büyük Kilise
ve Transept Planlı Kilise bir tören yolunun güney tarafına art arda
yapılmışlardır. Bunlardan Mezar Kilisesi naosun ortasındaki merkezi
vurgulamasıyla Erken Hıristiyan mimarisi içinde özel bir yere sahiptir.
Katedral ve Büyük Kilise bazilikal planlı, diğeri ise transept planlı olan ve
aynı isimle anılan tüm kiliselerin ortak özellikleri küçük düzgün kesme taş kullanılarak
yapılmış olmalarıdır. Diğer kiliselerde doğu duvarı içine alınan bema ve yan
odalar, Transept Planlı Kilise’de doğuya doğru devam etmiştir. Farklı dönem
eklemeleriyle Manastır Kilisesi de dikkat çekicidir. Bu kiliseler genel olarak
İ.S. 5. ve 6. yüzyıllara tarihlendirilmektedirler. Yayınlarda kentin dışında da
dini yapıların olduğundan bahsedilmektedir.
Diğer yapı kalıntıları:
Roma İmparatorluk Dönemi’nde kentte meydana gelen gelişme kendini yapılarda da
gösterir. Tapınak kalıntıları, Sütunlu Cadde, üç adet hamam bu yapılar
arasındadır. Roma İmparatorluk Dönemi’nden beri Sebaste ile bağlantısı olan
Lamas su yolu Erken Bizans’ta da kullanılmıştır ve kentin güneyinde yer alan ve
yapımında eski mezar taşları kullanılan 5.ve 6. yüzyıllara tarihlenen büyük,
üstü açık sarnıça su bu şekilde ulaşmıştır.
Mimari olarak 5. ve 6. yüzyıllara tarihlenen evlerde vardır. Kentte kiliseler
dışında bir hastane ve düşkünler evininde olduğundan bahsedilmektedir. 7. ve
10. yüzyıl arasında Arap hakimiyeti nedeniyle mimari anlamda fazla bir bilgi
elde edilememektedir.Yapı kalıntıları bakımından yörenin en geniş ve en önemli
arkeolojik sitidir.
Kızkalesi(Deniz Kalesi)
Mahallenin adını aldığı ve Deniz Kalesi olarak da anılan Kızkalesi,
küçük bir adacığın üzerinde kurulmuştur. Kıyıya uzaklığı bulunduğunuz yere göre
değişmekle birlikte ortalama 300-600 m kadardır. Burada bulunan bir yazıttan
1199 yılında I. Leon tarafından yaptırılmış olduğunu öğreniyoruz. 1361’de
Kıbrıs Krallığı tarafından zapt edilmiştir. Strabon , Roma Dönemi’nde
korsanların burasını barınak olarak kullandıklarından bahsetmektedir. Bu kalede
Bizans ve Ermeniler tarafından karadaki kale kadar önemsenmiştir.
Kalenin girişi kuzeydedir. Burada da devşirme malzeme kullanılmıştır. Yine
zaman zaman moloz taşların kullanıldığı yerler büyük bir olasılıkla Lusignanlar
dönemine ait olmalıdır. 192 m uzunluğundaki mazgal delikleri açılmış kale suru
üzerine 8 tane üçgen, dörtgen ve yuvarlak biçiminde burçlar oturtulmuştur.
Batıdaki sur boyunca uzanan iyi korunmuş bir galeri ile buradan denize açılan
bir kapı bulunmaktadır.
Mersin Müzesi tarafından yapılan temizlik kazısı sırasında kalenin orta
alanında bir yapı kompleksi ortaya çıkarılmıştır. Bu yapı kompleksi içerisinde
bir şapel bulunmaktadır. Yapı topluluğu ile müşterek plan veren bu şapelin,
kalenin avlusunda bulunan diğer şapelden daha eski olduğu anlaşılmıştır. Ayrıca
tabanda mozaiklerin yanı sıra opus sectile zemin döşemesi de uygulanmıştır.
Çevresindeki odalar orta mekandaki salona açılmaktadır ve kare planlı odaların
zemini kuzeye doğru yükselmektedir. Taban mozaiği üzerinde yuvarlak saç örgüsü
içinde beş satır yazı ve alanın batı köşesindeki revak üzerinde de başka bir
yazıt bulunmaktadır. Ancak yazıtların sayısı daha fazladır. Kale avlusu
içerisinde sarnıçlar ve işliklerde yer almaktadır.
Kızkalesi’nin farklı yerler içinde anlatılan (İstanbul-Kız Kulesi) bir de
söylencesi vardır: “ Vaktiyle bir kral varmış. Çok sevdiği tek kızının
geleceğini öğrenmek için bir falcıya danışmış. Kızının yılan tarafından sokularak
öleceğini öğrenince , Prenses için bu kaleyi yaptırmış. Böylece onun can
güvencesini sağladığını zanneden kral, bir gün kızına bir sepet üzüm göndermiş.
Ne var ki sepette gizlenen yılan kızı sokarak öldürmüş.
Öküzlü Örenyeri
Ayaş Mahallesine 12 km uzaklıktadır. Kanlıdivane-Çanakçı Mahallesi yol
ayırımından gidilir. Örenyeri Genç Helenistik, Roma, Erken Bizans dönemlerinde
yerleşim görmüştür. Antik kentin taş döşeli alt yapısı yer yer sağlam
durumdadır. Bazilikası, sarnıçları halen ayaktadır. Lahitler kente girişi
sağlayan stabilize yolun kenarında bulunmaktadır.
Akkale (Tırtar)
Akkale, Mersin-Silifke karayolu üzerinde Mersin'e 49 km uzaklıktadır. Geç Roma
döneminde kurulmuştur. Bölgesi, İS. 72 yılında Roma imparatorluğuna bağlanınca
,Elaiussa da önem kazanarak Roma egemenliğinde erken Hıristiyanlık döneminde
büyük bir gelişme göstermiştir.Denize hakim bir noktada bulunan Akkale'de 2-3
katlı bir ana yapı ve bunun doğusunda haç planlı, iki katlı küçük bir bina;
güneyinde iki uzun dehliz halinde bir alt ana yapı; bir su sarnıcı, hamam
yıkıntısı ve deniz kıyısında küçük bir sarnıç ve limanı bulunmaktadır. Büyük
bir zeytinyağı ihraç merkezi olan Akkale'de 15.000 ton zeytinyağı alabilecek
kapasitedeki sarnıç halen ayaktadır.
Paşa Türbesi
Ayaş- Korykos yolu üzerinde olan bir Selçuklu eseridir. Türbe 1220 yılında
Aktaşoğlu Sinan Bey tarafından yaptırılmıştır.
Kanlıdivane
Mersin-Silifke karayolunun 45 km'sinde sağa sapan yolun 3 km. ilerisindedir.
Helenitik,Roma ve Bizans çağlarına ait tapınak, kilise ,sarnıç ve şehir
kalıntılarını ihtiva eden sit geniş ve derin bir çöküğün etrafında yer
alır.Bellibaşlı yapıtlar şunlardır:
Adam Kabartmalar (Çöküğün güney ve karşı yamaçlarında)
Kule (Çöküğün güney-batı kenarında,Helenistik çağdan kalma)
Bazilika tipi çeşitli kilise kalıntıları(5.ve 8. Yüzyıldan kalma)
Şehir Kalıntısı(Çöküğün doğusunda)
Eski mezarlık(ana mezarlık çöküğün yaklaşık 300 m. batısında)
GÜLNAR
İlçenin Tarihi
İlçenin tarihi Hititlere kadar uzanmaktadır. Sırası ile Asurlular, İranlılar,
Mısırlılar, Romalılar hüküm sürmüştür.
İlçenin bugünkü halkı 1230 yılında Orta Asya Bolkaş gölü kıyısındaki Gülnar'dan
göç ederek bu çevreye yerleşmiş Türkmenlerdir.
1461 yılında Silifke ve Mut ile birlikte Gülnar'da Fatih Sultan Mehmet'in
komutanlarından Gedik Ahmet Paşa tarafından Osmanlı yönetimine katılmıştır.
1900'lü yıllarda Adana Valilik, Silifke Mutasarrıflık, Gilindire İlçe, Zeyne
Bucak Merkeziyken Gülnar, Yörüklerin alım satım yaptıkları bir adı da Anay
Pazarı olan Köy idi.
İlçe adını, Yörük Beylerinden Yahşi Bey'in kızı Gülnar Hanımdan alır. Gülnar 3
Haziran 1916 yılında İlçe olmuştur.
Coğrafi Durumu
İl merkezine 150 km. mesafede bulunan İlçe Taşeli Platosu üzerindedir.
Doğusunda Silifke, Kuzeyinde Mut, Kuzeybatıda Ermenek, Batısında
Bozyazı-Anamur, Güneyinde Aydıncık İlçesi ile çevrilidir. Denizden yüksekliği
950 metre olup, yüzölçümü 1769 km2.dir.İlçenin sahil kesiminde iklim Akdeniz
iklimi,dağlık alanlarda ise yazları serin ve kurak , kışları soğuk ve yağışlı geçmektedir.
Kırshu (Meydancık Kalesi)
Gülnar'dan 10 km. uzaklıkta Tırnak Köyü yakınında sarp bir tepenin üzerinde
750 metre uzunluğunda 150 metre genişliğindeki düzlüğünde yer alır. Konumu ve
savunmadaki önemi nedeniyle asırlar boyunca bir yerleşim merkezi olarak
kullanılmıştır.
İ.Ö.7.y.y. ve 6. y.y.da Luvi Kral ailesinin kurduğu kent, İ.Ö. 5. ve 4. yy'da
Perslerin askeri ve idari kenti, İ.Ö. 3.ve 2. yy.da da Mısır Krallarının
garnizonu olarak kullanılmıştır. Anıtsal giriş kapısı, tepenin doğu eteğinde
bulunan mezar, Pers kabartmaları ile kazı sırasında çıkan ve şimdi Silifke
Müzesi'nde sergilenmekte olan Hellenistik Çağ'a ait sikkelerin çıkarıldığı
konak önemli kalıntılardır.
Zeyne Türbesi
Gülnar'dan Mut'a giderken 26 'ncı km. de Zeyne (Sütlüce) Kasabasındadır. Geniş
bir bahçe içerisinde inşa edilen ahşap çatı örtülü ve ahşap direkli ana geçit
kısmına, zaman zaman mezar odalarına ilavesi ile meydana gelmiştir.
Bahçede ise mezarlar bulunmaktadır. Zeyne Türbesi olarak bilinen Şeyh Ali
Semerkandi Türbesi, Beylikler dönemi eseridir.
Bir küllüye olması gereken yapı gruplarından sadece türbe ayakta kalabilmiştir.
Görünüşte psikolojik rahatsızlığı olan hastaların ziyaret ettikleri ve kurban
kestikleri türbenin, külliyenin bir parçası olduğuna dair yazılı bir kaynak
bulunamamıştır.
Ali Semerkandi ile ilgili bir efsane anlatılır. Çobanlıkta yapmış olan
Semerkandi öğle sıcağında hayvanları susuzluktan yanmış vaziyette iken, yoldan
geçen bir Türkmenin sert sözleri ile karşılaşır. Buna çok üzülen Semerkandi dua
ederek elindeki sopasını kayaların ortasına vurur ve su fışkırır.Hayvanlarını
sulayarak susuzluktan kurtarır. Bu yer halen mesire yeri olarak
kullanılmaktadır.
Şeyh Ömer Türbesi
Gülnar İlçesi'ne bağlı Şeyh Ömer Köyündedir. Türbede
Bahri Ölüm adlı Kur-an tefsirinin yazarı yatmaktadır.Türbe sekizgen planlı
olup, düzgün kesme taşlarla örülmüştür. Üzerindeki büyük kubbe betonla tamir
edildiğinden eski özelliği hakkında tam olarak bilgi alınamamıştır.
MEZİTLİ
Mezitli İlçesi kimlik kartı
2008 yılında ilçe teşkilatı kurulmuştur.
Kaymakamlık Tel: 0 324 358 11 05
Belediye Tel: 0
324 358 10 05
Pompeipolis/ Soloi / Soli
(Viranşehir) Örenyeri
Mezitli'nin yaklaşık 2 km. güneyindeki Viranşehir
semtindedir.Mahallesindedir.
Kentin erken tarihi konusunda bilinenler azdır.
Soli’de bulunduğu öne sürülen ve bugün Berlin Staatliche Museen’de bulunan
Luwice yazıtlı mühürler ve silahlar Orta Tunç Çağı’na tarihlenmektedir. Filozof
Chrysippos ile matematikçi ve astronom Aratos’un İ.Ö. 3.yy.da burada yaşadığı
sanılmaktadır.
Strabon’a göre Soloi-Pompeiopolis antikçağda Kilikia
Trakheia (Dağlık Kilikia) ile Kilikia Pedias (Ovalık Kilikia) ‘ın sınırını
oluşturmaktadır.
İ.Ö. 8-7.yy.da kurulduğu kabul edilen kentin Strabon,
Akhaioslar ve Rhodos’taki Lindos’lular, Pomponius Mela ise Argos’lu ve
Rhodos’lu kolonistler tarafından kurulduğunu yazmaktadır. İ.Ö. 1. binde Soli
önemli bir liman olmuştur. İ.Ö. 6.yy. ortalarında başlayan ve Büyük İskender’e
kadar süren Anadolu’daki Pers egemenliği döneminde de önemini korumuştur. İ.Ö.
5.yy.da özerkliğini koruduğu kendi adına sikke bastırmış olmasından
anlaşılmaktadır.
Hellenistik dönemde Seleukos egemenliğinde olan bu
liman kenti, parlak bir dönem yaşamıştır. Seleukos yönetiminin İ.Ö. 1.yy.da
zayıflamasıyla Soli için de zor günler başlamıştır.Kral Tigranes, kenti
yağmalayıp, halkını göçe zorlamıştır. Böylece, Kilikia için yağmacılık, esir ticareti
ve kargaşa ile dolu korsanlık dönemi başlamıştır.
Romalı komutan Pompeius bu kargaşalığa son vermek için
İ.Ö.67’de esir aldığı korsanların bir bölümünü Soli’ye yerleştirmiştir. Grekçe
Soloi , Latince Soli olarak kullanılan ve “Güneş” anlamına gelen kentin adı, bu
olaydan sonra Pompeiopolis ( Pompeius’a adanmış kent, Pompeius için kent )
olarak değiştirilmiştir.
Roma döneminde kent yeniden canlılığına kavuşmuştur.
İmparator Hadrianus İ.S. 130’da Anadolu’ya yaptığı gezi sırasında Roma’nın
eyaleti olan Kilikia’ya kadar gelmiştir. Soli’deki liman çalışmalarına parasal
destek vermiştir. Hıristiyanlık döneminde bir piskoposluk merkezi olan Soli, 6.
yy.da meydana gelen depremde zarar görmüş ve 7.yy.da da Arap akınlarıyla karşı
karşıya kalmıştır.
19.yy.da Soli’ye gelen Avrupalı gezginler, kentte
tiyatro, tapınak, hamam gibi yapıların ve nekropolisin bulunduğundan söz
etmektedirler.
Günümüzde Soli antik kentinin çevresi yerleşim
alanları ile dolmuştur. Sütunlu yol, höyük, antik liman, Roma hamamı , su
kemerleri yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır. 1999 yılında Mersin Müzesi
ve 9 Eylül Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Remzi Yağcı
tarafından sürdürülen arkeolojik kazılarla Soli hakkında daha gelişmiş
bilgiler elde edilmektedir.
Soli Pompeipolis Antik kenti;
sütunlu yolu, antik limanı, hamamı ve akropolleri ile
Mersin için farklı fırsatlar ortaya koymaktadır. Antik kentin kent ile mekansal
buluşmasının yanısıra toplumsal ve ekonomik bütünleşmeyi sağlayacak program ve
projeler gündeme getirilecektir.
Antik kenti kentten koparan kelepçe durumundaki duvar ve tel örgüleri
kaldırılarak, antik kent bir “Arkeopark” yaklaşımı ile ele alınacaktır.
a)Sütunlu Cadde
200 tane olduğundan bahsedilen sütunlardan bugün 33’ü
ayaktadır. Bunlardan 4’ü batı, 29’u doğu sütun dizisine aittir. Korinth
düzenindeki sütun başlıklarından bazıları figürlüdür. Ayrıca bazı sütunların
yazıtlarından, caddeye bakan konsolların, Roma imparator ya da üst düzey
yöneticilerin büstlerini taşıdığı anlaşılmaktadır. Son yapılan kazılarda ele
geçmeye başlayan mermer heykeller bu durumu kanıtlayan en önemli buluntular
arasındadır.
b)Soli Höyük
22 m. yüksekliğinde ve 300 m. çapındadır. Tepe
üzerinde yapılan yüzey araştırmalarında Erken Demir Devrinden, Roma dönemine
kadar tarihlenen seramik parçaları bulunmuştur. Kazılarla da mimari
buluntuların yanı sıra çok sayıda amphora kırıkları,kandiller,dokuma
ağırlıkları ortaya çıkarılmıştır.
c)Antik Liman
Kalıntılarının bir bölümü bugün de görülebilen liman,
birbirinden 200 m. aralıklarla düzenlenmiş iki dalgakırandan oluşmaktadır.
Bunlardan batıdaki daha iyi korunmuştur.
d)Roma Hamamı
Soli’de yüzeyde görülebilen mimari kalıntılardan
biriside Roma Hamamıdır. Bu yapıdan da günümüze sadece birkaç duvar parçası
kalmıştır.
Fındıkpınarı Kalesi
Mezitli’nin yaklaşık 40 km. kuzeyindeki asfalt yol ile
ulaşılan Fındıkpınar yaylasındadır. Yaylanın bitişiğinde, duvarları ana kaya
üzerine uydurularak yapılan kalede, aynı adı taşımaktadır.
Taş ve tuğla ile örülmüş duvarlar, kayaların üzerinde
yükselmektedir. Doğu taraftaki dairevi yerin ortasındaki taştan yapılmış kule
ve kuzeyde daha küçük olan yuvarlak burcu vardır. Etrafı odalarla çevrili, doğu
ve güney kulelerine benzemeyen kuzeydeki kulenin ortası, ana kaya
görünümündedir. Bu kulenin tam kuzeyinde ana kayadan oluşan düşey bir duvar
vardır. Bu belki de burada kontrolün yapıldığı avlunun giriş kapısıdır.
Karmaşık planlı, yuvarlak kuleli bu garnizon kalesi,
Ortaçağ Dönemine tarihlenmektedir.
Kaleburnu Köyü Kalesi
Mezitli’nin yaklaşık 20 km. kuzey batısında(
Fındıkpınarı yolu üzerinde) bulunan Kaleburnu köyünün girişinde, yolun
sağındaki yüksek bir tepe üzerinde kurulmuştur. Eteklerinde yapılan yüzey
araştırmasında Bizans, Selçuklu, Osmanlı dönemlerine ait seramik parçalarına
rastlanmıştır. İç sur ve dış sur bulunmaktadır. Surların ve burçların bir kısmı
ayakta kalmıştır.
Kuzucubelen Kalesi ve
Örenyeri
Mezitli’nin yaklaşık 24 km kuzeyinde
Mezitli-Fındıkpınarı karayolu üzerinde, 450 rakımlı bu küçük gözetleme kalesi,
uçurum dibindeki yüksek platoya dayanmaktadır. Köylüler tarafından Taş Kale
olarak adlandırılmaktadır.
Kale iki katlı ve dikdörtgen planlıdır. Batıdaki bir
gedik dışında duvarlar orijinal yüksekliklerine dayanmaktadır. İki kemeri
çökmüştür. Ortaçağ mimarisinin tipik örneğidir. İç tarafındaki blokların
kenarları çok miktarda harç ve küçük kaya parçaları ile doldurulmuştur. Kapı
girişinde, kaldırılabilir ahşap bir seyyar merdiven kullanılmış olmalıdır.
Yüksek seviyedeki diğer açıklıklar doğu ve güney duvarlarındaki dar
deliklerdir. Gözetleme delikleri kapılara göre küçüktür. Daha üst seviyedeki
tek giriş kuzeybatıdadır.
Bizans ve Roma dönemlerinde de iskan gördüğü anlaşılan
kalede, kilise, sarnıç ve belki de manastır olabilecek yapı kalıntıları
bulunmaktadır.
MUT
İlçenin Tarihi
Mut İlçesi, Yontma Taş ve Cilalı Taş Devri izlerini taşımakla birlikte İlçenin
kuruluşunun Hititlere dayandığı ve o zamanki adının Yenika veya Yenikande
olduğu ve ismin "Yenişehir" anlamına geldiği söylenir.İlçenin
Romalılar dönemindeki ismi CLAUDO POLİS olduğu, Mut Kalesinin batı kısmındaki
kitabeden anlaşılmaktadır.
M.Ö 334 yılında Büyük İskender tarafından Makedonya topraklarına katılan ve
Büyük İskender'in komutanlarından MUT'S veya MUT'YOS isimli bir komutanın
yaşadığı ve İlçenin bugünkü isminin komutanın adından geldiği sanılmaktadır.
Abbasi Halifelerinden Harun Reşit zamanında (786-809) tarihleri arasında Mut
Müslümanların eline geçer.11.y.y da Selçuklu Oğullarının bir boyu olan Yörük
Beyleri, Mut ve yöresinin yönetimini ellerine geçirmiştir.Selçuklulardan sonra
Karamanoğulları'nın eline geçen yöre 1466 yılında Fatih Sultan Mehmet'in
vezirlerinden İshak paşa tarafından Osmanlı topraklarına katılmıştır. İshak
paşa Mut Kalesini onarmıştır.1. Dünya Savaşı sonunda İtalyanların işgal
bölgesine düşen Mut fiilen işgal edilmemiş, işgal edilen komşu İlçelerinin
yardımına koşarak Kurtuluş Savaşına girilen katkılarından dolayı Ulu Önder
Atatürk'ten tebrik telgrafı almıştır.
Coğrafi Durum
Mut İlçesi Toros dağları eteklerinde, Göksu Nehri kıyılarında
kurulmuştur.Doğusunda Silifke, Batısında Erdemli, Kuzeyinde Karaman ve
Güneyinde Gülnar topraklarıyla çevrili Mersin-Karaman Devlet karayolu (D-715)
üzerinde ve 250-300 rakımda yerleşimi bulunmaktadır.
İlçenin toplam alanı 2860 km2.dir. Akdeniz iklimi ile karasal iklimin
karakteristik özelliğini taşıyan İlçede, yazları kurak ve sıcak, kışları ılık
ve yağışlı geçer m2' ye düşen yıllık yağış miktarı 412 kg.dır. Kozlar ve
Sertavul yaylaları ile Çınaraltı ve Karaekşi Milli Parkları mevcuttur.
Mut Kalesi
Şehrin içindeki kalenin inşa tarihi bilinmemektedir. Bugünkü hali
Karamanoğulları devri karakterini gösterir. Dikdörtgen şeklindeki kalenin dört
burcu ve içinde iç kale diye adlandırılan bir kulesi vardır.
Alahan Manastırı
Evliya Çelebi'nin "Ustasının elinden yeni çıkmış gibi duruyor" diye
anlattığı Alahan Manastırı, Mersin-Karaman karayolu üzerinde, Mut'un 20 km
kuzeyinde Geçimli Mahallesi civarındadır. 1300 m yükseklikte ve Göksu Vadisine
bakan dik bir yamaca oturtulmuştur.
Hıristiyanlığın Kapadokya ve Likonya (Konya)' da yayılması sırasında bu yeni
dini kabul edenlerin takibe uğraması, inanmayanlar tarafından öldürülme
korkusu, Hz. İsa'ya inananları dağlık bölgelerdeki mağara kaya oyuklarında
ibadete zorlamıştır. St. Paul ve yine Tarsus'ta yaşamış Hıristiyan öncülerinden
Barnabas ile birlikte Hıristiyanlığı yaymak için Konya-Kapadokya ve
Antalya-Antakya'ya kadar maceralı yolculuklar yapmıştır.
İşte bu iki Hıristiyan Aziz'in gezileri sırasında konakladıkları her yerde
anılarına mabetler yapılmıştır. Alahan Manastırı bunlardan biridir.
440-442 yıllarında yapılmış olduğu tahmin edilen Alahan Manastır Külliyesi,
Batı Kilisesi, Manastır, Doğu Kilisesi, kayalara oyulmuş keşiş odacıkları ve
çevredeki mezarlardan oluşmaktadır. Kilise binaları, Ayasofya Müzesi ile ortak
mimari özellikleri taşımaktadır. Süslemesinde usta bir taş oymacılığı görülür.
İlk kilise korint başlıkla iki dizi sütunla üç nefe ayrılmıştır. Narteksten ana
mekana geçilen kapının atkı ve yan dikmeleri kabartmalarla süslüdür. St. Paul,
St. Pierre figürlerinden başka bir çelengi taşıyan altışar kanatlı Cebrail,
Mikail'in simgesel yaratıkları ezişi, kükreyen aslan, kartal ve öküz
sembolleri, İncil yazılarının tasvirleri, üzüm salkımları, asma yaprakları ve
balık motifleri zengin bir şekilde tasvir edilmiştir.
Kiliselerin doğusundaki geniş avlunun güneyinde dinsel törenlerin yapıldığı
dehliz, 11 m. uzunluğunda kemerli ve sütunlu bir galeri şeklindedir. Galerinin
ortasında kalabalık kabartma süsleme ile her yanı işli büyük bir niş
bulunmaktadır. Galeride apsisli vaftizhane ve karşısında Alahan Manastırının en
görkemli yapısı olan mezarlar bulunmaktadır. Bu mezarların kuzey duvarı kayaya
yontulmuş, üst örtüsü yoktur. Ana nefin ortası ilginçtir. Burası paye ve
sütunlara oturan dört kemerle örtülü kare planlı bir kule biçimindedir. Kuli
yukarıda sekizgene dönüştürülmüştür. Kapı çerçevesi süslüdür.
Mavga Kalesi
Kozlar Yaylası yakınında Mut' tan 16 km. uzaklıkta olup, sağlam kalan bir
burcundaki kitabeye göre Alaattin Keykubat'ın emri üzerine 1230 yıllarında
yapılmıştır. Sarp ve dik kayalar üzerine yapıldığından görünüşü ürperti
vermektedir. Yüksekliği 150 m. dir. Kale içindeki odalar, ağırlar, yemeklikler,
sulama tekneleri ve içi Horasan harcı ile sıvanmış su sarnıçları kayalara
oyularak oluşturulmuş olup büyük emek harcanmıştır.
Dağpazarı Kilisesi (Corapissus):
Mut İlçesinin 35 km kuzey batısındadır Antik ismi Corapissus olan kentin antik
yol üzerinde oluşu eski kente ayrı bir önem verildiğini göstermektedir. Antik
kentte hayat ağacının kollarına asılmış çok sayıda hayvan ve geometri
desenlerle bezenmiş taban mozaiği göze çarpar. 15x5.50 m. ölçülerinde olan
taban mozaiğinin hangi yapının taban döşemesi olduğu bilinmemektedir. Antik
kentte mozaiğin yanında 3 adet heroon tipi mezar oldukça yıpranmıştır. Bizans
dönemine ait kilisenin ise apsisi ve bazı duvarları ayakta kalabilmiştir Köyün
güneyindeki vadide ise kaya mezarlarının bulunduğu necropol sahası
bulunmaktadır. Köylüler tarafından soğuk hava deposu olarak kullanılan
sarnıçlar vardır.
Balabolu Harebeleri (Adrasos)
Mut'un batısında bulunan 40 km. uzaklıktaki Yalnızcabağ Mahallesi yakınındaki
Değirmenlik yaylasındadır. Büyük bir antik yerleşim alanı olduğu görülmektedir.
Çok sayıda lahit ve duvar kalıntıları vardır.
Laal Paşa Camii
Karamanoğulları İbrahim Bey'in emirleri ile Laal Paşa tarafından
yaptırılmıştır. (1356-1390) Kare planlı ve orta kubbeli olan cami düzgün kesme
taşlarla inşa edilmiştir. Kitabesine göre iki defa onarım gören caminin
bahçesinde 2 adet türbe bulunmaktadır. Kümbetlerin birinde 3 adet, diğerinde
ise 4 adet mezar bulunmaktadır. Evliya Çelebi Seyahat-namesi'ne göre Laal Paşa
bu kümbetlerin birisinde yatmaktadır.
Kümbetler
Lalaağa Camisinin doğusunda iki türbe vardır. Üzeri konik çatı ile örtülü
olduğundan bunlara kümbet demek daha doğru olur. Muntazam kesilmiş küfeki taşları
ile yapılmış kümbetlerin birinde üç, diğerinde dört mezar vardır. Bunlardan
biri Karamanoğullarından Musa Bey'e (Lalaağa)' ya aittir.
Sartavul Hanları
Karaman
karayolunun Toros dağlarını aştığı en yüksek nokta olan Sartavulbeli'nin Mut
tarafındadır. Mut' a 38 km. uzaklıktadır.
Yolcuların sıkıntılarını ve ölümle sonuçlanan kazaları önlemek için Sartavul
Beli'nin Mut ve Karaman tarafında 5' er km. arayla Tonoz örtülü birer han
yapılmıştır.
Halen; köylüler arasında kış günleri gidiş-gelişlerde ve herhangi bir arızaya
uğrayan otobüs yolcuları bu hanlarda bulunmaktadır.
Karacaoğlan Heykeli
Çınaraltı Parkında Belediyenin girişimi ile Mut' lu Heykeltıraş Hüseyin Gezer
tarafından ücretsiz yapılan Pleglas heykel, Mut şenlikleri sırasında 8 Haziran
1973 günü yapılan törenle açılmıştır.
Büyük bir halk şairi olan Karacaoğlan'ın hayatı üzerine yapılan araştırmalarda
kesin bir bilgi yoktur. Son yıllarda yapılan araştırmalarda ve şiirlerinde
yapılan incelemelerden onun 1606 da doğmuş 1670 yılında ölmüş olduğu tahmin
edilmektedir. Her ne kadar doğduğu yer bilinmiyorsa da öldüğü ve mezarının
bulunduğu yer bellidir. Kendisinin Güney Anadolu'da yaşayan Türkmen aşiretinden
olduğu daha doğrusu Mersin'li olduğu muhakkaktır. Şiirlerinden anlaşıldığı
kadarıyla kendisi pek çok yer gezmiş,aşkı ve tabiat sevgisini yaşadığı hayatı,
çağının konuşma dili ile öz Türkçe olarak işlemiş ve anlatmış bir halk
şairidir.
Dağ Camii
Dağ Camii, Mut'un 2 km güneybatısındadır. Selçuklular dönemine ait olduğu (11.
yy. sonları) sanılmaktadır. Çevredeki devşirme taşlarla yapılmıştır.
Alaoda (Mağarası)
Mut-Karaman yolu üzerindeki Geçimli (Malya) Mahallesindedir. Mağaranın tabanı
mozaik döşemedir. Yapılış tarihi kesin olarak bilinmemektedir. 1955 yılında
Prof. Michael Gouche tarafından yapılan araştırmada burada bulduğu yazı da
okunamamıştır. için olduğu bozuk devamı yazının rastlanmış ibaresine
sevilmiş...? tarafından tanrımız annesi Hirstos Hanım Bereketli Karamanoğulları
İbrahim Bey'in emirleri ile Laal Paşa tarafından yaptırılmıştır. (1356-1390)
Kare planlı ve orta kubbeli olan cami düzgün kesme taşlarla inşa edilmiştir.
Kitabesine göre iki defa onarım gören caminin bahçesinde 2 adet türbe
bulunmaktadır. Kümbetlerin birinde 3 adet, diğerinde ise 4 adet mezar
bulunmaktadır. Evliya Çelebi Seyahat-namesi'ne göre Laal Paşa bu kümbetlerin
birisinde yatmaktadır.
Söğütözü Köprüsü
Roma dönemine ait olduğu bilinmektedir. Elde köprüyle ilgili başkaca bilgi
bulunmamaktadır.
Sinobiç Kalıntıları
Mut İlçesinin 3 km kuzeyinde bulunan Yeşilyurt Mahallesi sınırları içeresin de
bulunan Sinobiç kalıntıları özellikle Ardıçtepe mevkiindedir. Roma dönemine ait
çok miktarda lahit ve tepede 2 adet su sarnıcı ile duvar kalıntıları mevcuttur.
Bazı kaynaklarda adı Polisandos olarak geçen Sinobiç'in antik ismi kesin olarak
belli değildir
Kızıl Minare
Rengi nedeniyle bu adı almıştır. Yapılış tarihi kesin olarak bilinmemekle
birlikte Karamanoğulları döneminde yapıldığı sanılmaktadır.
Nure Sofi Tarbesi
1228 yılında Selçuk Sultanı 1. Alaiddin Keykubat tarafından Ermenek Kalesi
civarına yerleştirilen Karamanoğlu Beyliğinin ilk tarihi şahsiyeti Nure
Sofi'dir. Karaman adını verdiği oğluna beyliği devretmesinden sonra ömrünü
Mut'ta geçirmiş ve ölümü üzerine Sinanlı nahiyesi Değirmenlik Yaylası
(Yalnızcabağ Mahallesi) 'ne gömülmüştür.
Yerköprü Şelalesi
İlçe merkezine 35 km uzaklıktaki bu doğa harikası, Göksu nehrini besleyen
Ermenek çayının uzun yıllar boyu süren topraktaki aşındırma etkisi sonucu derin
bir vadi meydana gelmiştir. Doğal su tünelinin uzunluğu 250 metredir. Yerköprü
'de göreceğiniz doğal tünel ve şelale size unutulmaz bir gün
geçirtecektir.
Karaekşi
Karaekşi ilçeye bağlı 3 km uzaklıkta orman içi dinlenme yeridir, içinde
alabalık üretme çiftliği de bulunan Karaekşi, doğal güzellikleriyle dikkat
çeken ve Orman Bakanlığı'nca Milli Park ilan edilen bir dinlenme yeridir.
Kırkpınar
Etrafındaki köylere içme ve sulama suyu da sağlayan Kırkpınar'ın adı buradaki
kaynak sularından gelmektedir. Pek fazla bilinmeyen Kırkpınar, burayı ziyaret
edenler için güzel anılar bırakacaktır.
SİLİFKE
İlçenin Konumu
Doğuda Erdemli, batıda Mut ve Gülnar ilçeleri; kuzeyde Karaman ili, güneyde
Akdeniz ile çevrilidir. Toros Dağları’nın eteğinde, Göksu Irmağı’nın iki
yakasında kurulmuş bulunan Silifke; Güneydoğu Anadolu, Doğu ve Batı Akdeniz ile
İç ve Batı Anadolu’yu birbirine bağlayan Devlet Karayolu ağının kavşak
noktasında olup, İl merkezi Mersin’e 80 km mesafededir.
Coğrafi Durumu
Silifke ilçesi %89’u dağlık, %11’i ovalık olmak üzere 2943 kilometrekarelik
yüzölçümü ile il yüzölçümünün %18’ini kapsamaktadır.
Kıyı kesiminde tipik Akdeniz ikliminin hakim olduğu ilçede yazlar sıcak ve
kurak; kışlar ılık ve yağışlıdır. Sahilden iç kesimlere doğru yükseldikçe iklim
değişmekte, yazlar serin; kışlar ise soğuk ve kar yağışlı geçmektedir.
Ayrıca, dünyanın en önemli kuş göçü yolu üzerinde bulunan Göksu Deltası,
Akdeniz’in doğal özelliklerini koruyabilmiş en önemli sulak alanlarından biri
olarak, 450 tür olan Türkiye’nin
kuşlarından 334 türüne, yine Türkiye’nin 140 ulusal ve uluslararası öneme sahip
kuş türünün 106 türüne; dünya çapında yok olma tehlikesi altında bulunan 24 kuş
türünün 12 türüne yaşama, üreme, beslenme ve konaklama imkanı sağlayarak
barındırmaktadır. Bunlardan en önemlileri bölgenin simgesi haline gelen saz
horozu, yaz ördeği, cüce karabatak, tepeli pelikan, dik kuyruk, ala kaz, deniz
kartalı, şah kartalı turaç, toy ve ada martısıdır.
Göksu Deltası, nesli tehlike altında olan, denizde yaşayıp karada üreyen deniz
kaplumbağası Caretta caretta ve yeşil kaplumbağa Chelonia mydas’ın en önemli
üreme alanlarından biridir. Yine nesli tehlike altında olan memelilerden
Akdeniz keşiş foku Monachus monachus, aşırı avlanma sonucu sayıları hızla
azalan mavi yengeç ve lahoz balığı (Epinephelus aeneus)’da bu bölgede
yaşamaktadır.
Deltada 441 bitki türü tespit edilebilmiştir. Bunlardan 32 adedi nadir tür; 8
adedi endemik (Sadece Göksu Deltası’nda bulunan) tür olarak deltada mevcuttur.
Zengin bir bitki ve hayvan varlığına sahip olan Göksu Deltası, Ortadoğu ve
Avrupa’nın en önemli sulak alanlarından biri olarak, 1990 yılında Bakanlar
Kurulu Kararı ile ÖZEL ÇEVRE
KORUMA BÖLGESİ ilan edilmiş; 1994 yılında Ramsar Sözleşmesi gereğince BKK
kararı ile Ramsar Listesine alınarak uluslararası boyutta koruma altına
alınmış; 1996 yılında da Kültür Bakanlığı’nca 1.DERECE DOĞAL SİT ALANI ilan
edilmiştir. Göksu Deltası dünyanın çeşitli yerlerinden gelen kuş bilimcilerin
büyük ilgisini çekmektedir.
Tarihi Gelişimi
Coğrafi yapısı ile daha İlkçağda insanların dikkatini çeken yörede, İ.Ö. VII.
yy’da şimdiki Taşucu’nun olduğu yerde İonlar Holmi adıyla bir koloni
kurmuşlardır. Korsanların devamlı baskın ve talanlarından dolayı gelişme ortamı
bulamayan Holmi İ.Ö. IV. yy’ dan itibaren zayıflamaya başlamıştır.
Büyük İskender’in komutanlarından ve Suriye Krallığı’nın kurucusu Selefkos
Nikator (İ.Ö. 312 - 281) Holmi şehrinin bu zayıf durumunu fırsat bilerek
kolayca ele geçirmiş; halkını da kıyıdaki Holmi’den 12 km içeriye, bugünkü
Silifke’nin bulunduğu yere nakledip yerleştirerek “Selefkos’un Şehri” anlamına
gelen Seleukia kentini (İ.Ö. 300) kurmuştur. Bu, Selefkos’un kendi adına
kurduğu 9 şehirden biri olup, varlığını ve yaşamını günümüze kadar
sürdürebilmiş tek Seleukia şehridir.
Seleukia, Helenistik dönemde Selefkoslar ve Ptolomeos (Mısır) Krallıkları
arasında sıkça el değiştirmiştir.
İ.Ö. I. yy’da Romalıların yönetimine giren kent bu dönemde kale eteklerinden
ovaya doğru yayılmış; İmparator Diocletianus (İ.S. 284 - 305) zamanında
oluşturulan ve 39 kenti sınırları içine alan İsauria eyaletinin başkenti
olmuştur. Roma İmparatorluğu’nun 395 yılında ikiye bölünmesinden sonra Bizans
yönetimine giren Seleukia, Aya Tekla’nın varlığından dolayı Hıristiyanlığın
önemli bir hac merkezi durumuna gelmiştir. Bizanslıların elinde iken 13. yy’da
Selçuklular’ın; 14. yy’da Karamanoğulları’nın yönetimine girmiş; 1471 yılında
Gedik Ahmet Paşa tarafından Osmanlı topraklarına katılmıştır.
Başlangıçta Seleukia olan adı zamanla değişerek Silifke’ye dönüşmüştür.
Osmanlılar döneminde bazen sancak, bazen vilayet merkezi olmuştur. Kurtuluş Savaşı’ndan
sonra İÇ-EL ili merkezi (1924 - 1933) olan Silifke, 1933’ten sonra İçel ilinin
bir ilçesi durumuna getirilmiştir.
Atatürk Evi Müzesi
Büyük Atatürk, Silifke’ye olan ilgisini burayı dört defa şereflendirerek
göstermiştir. Ulu Önder, Silifke’yi ziyaretlerinden birinde burada bir çiftlik
satın almış ve merkezi bu çiftlik olmak üzere bir Tarım Kredi Kooperatifi
kurulması için talimat vererek kendileri de bu kuruluşun 1 no’lu üyesi
olmuştur.
Atatürk, Silifke’ye ve Silifkelilere olan sevgisini, Silifke İdman Yurdu’nu
ziyaretinde, şeref defterine yazdığı şu ibarelerle belirtmiştir:
“Silifke’ye geldiğimden çok memnunum. Beni unutmayacağınızı bilirim. Sizi
kalbimden çıkarmam. Gazi Mustafa Kemal “
Ata’nın Silifke’ye ilk gelişlerinde (27 Ocak 1925) gecelediği ev bugün restore
edilmiş; kullandığı eşyalar sergilenerek Atatürk Evi Müzesi olarak ziyarete
açılmıştır.
Silifke Müzesi
Taşucu yolu üzerinde bulunan Silifke Müzesinin iki katlı teşhir binası ve
avlusunda çeşitli dönemlere ait yörede bulunmuş altın, gümüş, bronz sikke ve
eşyalar, seramikler, mermer büst ve heykeller, lahitler ve diğer tarihi
bulguların yanı sıra Etnografik parçalar da sergilenmektedir.
Silifke Kalesi
Temel tespitlerine göre Helenistik veya erken Roma dönemine ait olduğu
anlaşılan kale, geçirdiği onarım ve değişiklikler sonucu bugün bir Ortaçağ
kalesi görünümündedir.
Silifke’ye hakim, 185 m yüksekliğinde bir tepe üzerinde yapılmış olan, etrafı
kuru hendekle çevrili oval biçimdeki kalenin içinde kemerli galeriler, su
sarnıçları, depolar ve diğer yapı kalıntıları bulunmaktadır.
Ünlü gezgin Evliya Çelebi Seyahatname’sinde, XVII. yy’da Silifke Kalesi’nin 23
burcu olduğunu, içinde bir cami ve 60 ev bulunduğunu yazar. Ancak, burçların
bir kısmı ve kale içi tamamen yıkık durumda olduğundan tam tespiti yapmak
mümkün değildir. Halen görülebilen 10 adet burç mevcuttur.
Taşköprü
Şehir merkezinin ortasından geçen Göksu (Kalykadnus) Nehri’nin üzerindedir.
İ.S. 77 - 78 yıllarında Kilikya Valisi L.Octavius Memor tarafından dönemin
imparatoru Vespasianus ve oğulları Titus ile Domitianus adına yaptırılmış
olduğu 1870 yılında yapılan bir onarımda bulunan taş kitabeden anlaşılmaktadır.
Yedi gözü bulunan ve Roma uygarlığı örneklerinden biri olan Taşköprü, Osmanlı
ve Cumhuriyet dönemlerinde onarım görmüştür.
Roma Tapınağı
Şehir merkezinde bulunan ve doğu ile güney yanlarındaki sütun tabanlıkları
orijinal şekilde korunmuş olan tapınağın uzun kenarında 14’er, kısa kenarında
8’er sütun bulunmaktaydı. Ancak, her biri 10 m boyundaki Korint başlıklı bu
sütunlardan bugün sadece biri ayakta kalmış olup 3 tanesi de yıkılmış durumda
yerdedir.
1980 yılında Kültür Bakanlığı’nca başlatılan kazı çalışmaları aralıklarla devam
etmektedir. İ.S. II. yy’da yapılmış olduğu anlaşılan tapınak V. yy’da planında
önemli değişiklikler yapılarak kiliseye dönüştürülmüştür.
İ.S. V. yy’da yaşamış tarihçi Zosimos “Tapınak, ovadaki ürünlerine musallat
olan çekirgelerden kurtulmak için Güneş ve Sanat Tanrısı Apollon’dan yardım
isteyen ahali tarafından, çekirgeler Apollon’un gönderdiği kuş sürüsünce yok
edilince O’na bir şükran ifadesi olarak yaptırılmıştır” diyorsa da Zeus adına
yaptırıldığı da söylenmektedir.
Tekirambarı Su Sarnıcı
Kalenin eteğinde, Bizanslılardan kalma bu su deposu 46 m uzunluğunda, 23 m
genişliğinde ve 14 m derinliğinde olup, içine doğu köşesindeki helezonik
merdivenle inilmektedir.
Anadolu sarnıç mimarisinde örneği az görülen Tekirambarı su sarnıcının tüm
duvarları su sızmasını önlemek ve ayrıca anıtsal bir özellik vermek için düzgün
kesme taşlarla desteklenmiş, uzun kenarında 8; kısa kenarında 5 yuvarlak
kemerli niş oluşturulmuştur.
Mozaikli Alan
1980 yılında Kültür Bakanlığı’nca şehir merkezinde yapılan bir kazıda,
gymnasium olabileceği tahmin edilen “opus-sectile” tekniğinde yapılmış renkli
mozaik tabanlı bir mekan ortaya çıkarılmıştır. İ.S. II. yy Roma dönemine ait
olduğu belirlenen bu kalıntıda ayrıca üzeri yazıtlı iki heykel altlığı ile 2 m
boyunda başı kopmuş mermer bir imparator heykeli de bulunmuştur. Heykelsiz
altlıkların biri üzerindeki yazıtta Silifkeli T. Aelius Aurelius Maron adındaki
bir güreşçinin başarıları anlatılmaktadır. Mozaik tabanın ortasında bulunan
1.80 m çapındaki mermer levhada sekiz satırlık bir kitabe vardır. Burada,
mermer konuşturularak bir onarım anlatılmakta ve şöyle denilmektedir: “Zamanın
aşındırdığı ben taban döşemesini, kadınların sultanı, Ares-sever Zenon’un eşi,
düşünceleri ve yaptıklarıyla fevkalade bir insan olan Paulina cömertçe süsledi
ve ilgisini esirgemedi benden. Yaşlılık nedeni ile etkileyici özelliğimi
yitirmiştim; oysa şimdi bu akıllı ve kusursuz kadın sayesinde mermer süslemeler
içinde daha da ışıldıyorum ve külfetli bir yaşlılıktan sonra gençliğe geri
dönüyorum”.
Alaaddin Camisi
Roma köprüsünün karşısında bulunan cami, Selçuklu sultanlarından Alaaddin
Keykubat döneminde yapıldığı için Alaaddin Camii adını almıştır. Şehrin tam
merkezinde olduğu için Merkez Camisi olarak ta bilinir.
Reşadiye Camisi
Padişah Sultan Mehmet Reşat zamanında, Nüzhet Paşa tarafından 1912 yılında
yaptırılan caminin doğu ve batısında bulunan sundurmaları, başlık ve
tabanlıkları Korint tarzında sütunlarla desteklenmiştir. Mermer ve
kireçtaşından yontulmuş bu sütunlar Silifke yöresindeki eski kalıntılardan
devşirilmiştir.
Tevekkül Sultan Türbesi
Taşköprünün hemen yanındaki türbe hakkında yazılı herhangi bir kaynak
bulunmamaktadır. Selçuklu hanedanlarından birine ait olduğu rivayet edilen
mezarın üzerindeki çatı daha sonradan ilave edilmiştir.
Karadedeli Tarihi Kalıntıları
Silifke’den Mersin’e doğru 13. Kilometrede bulunan Karadedeli Köyü camisi
önünden kuzey-batı yönüne doğru İmamlı köyüne kadar uzanan asfalt yol boyunca
geç Roma ve erken Bizans dönemlerine ait tarihi kalıntılar vardır. Bunlar:
Karakabaklı
Karadedeli’nin kuzeyinde ve 7 km mesafededir. Geniş bir alana yayılmış büyük
bir şehir kalıntısı vardır. Antik kentin içinden geçen taş döşeme yol
üzerindeki erken Bizans dönemine ait şehir giriş kapısı ile yolun iki
yakasındaki evler ve kiliselere ait kalıntılar görülebilir.
Işıkkale
Aynı yol üzerinde, Karakabaklı’dan 1 km sonra, erken Bizans dönemine ait iyi
durumda bir bazilika, lahit, sarnıç ve gelişigüzel planlı tek katlı evlere ait
kalıntılar vardır.
Sinekkale
Işıkkale’den sonra 1 km ileridedir. Yoğun eski yapılar vardır. Özellikle
Bizans kalıntıları ayaktadır. 700 m yakınında, patika bir yol ile ulaşılan
yaklaşık 100 m ağız çaplı, 60 m derinliğinde doğal bir çukur bulunmaktadır.
Aşağı Dünya denilen bu obruğun içi eski çağlarda çeşitli amaçlar için yerleşim
görmüştür.
Susanoğlu (Corasium)
Silifke - Mersin karayolunun 15. Kilometresindeki, bugün bir tatil beldesi olan
Susanoğlu’nun antik ismi Corasium’dur. Geç Roma dönemine ait kent İsauria
valisi Flavius Uranius (367 - 375) tarafından kurulmuştur. Eskiden tamamen
surlarla çevrili kentin batıdaki ana giriş kapısı üzerinde bulunmuş olan
yazıtta şöyle denilmektedir: “Prenslerimiz Valentinian, Valens ve Gratian’ın
idaresi altında yaşarken İsauria eyaletinin ünlü yöneticisi Flavius Uranius bu
ıssız yeri kendi zevkine uygun bir şekilde, tüm masraflarını kendisi
karşılayarak yaptırdı”.
Eski bir koyun etrafında yay şeklindeki antik kentte iki ayrı nekropol, kilise,
hamam ve sarnıç kalıntıları vardır.
Korkusuz Kral Anıtmezarı (Mezgit Kale)
Susanoğlu’nun içinden kuzeye doğru giden yolun 10. Kilometresinde Paslı’ya
ulaşılır. Paslı’da Roma dönemine ait çok sayıda ev, sarnıç ve mezar kalıntıları
ile bir nekropol görülebilir.
Paslı’nın 3 km doğusunda, bir küçük tepe üzerinde, Korkusuz Kral Anıtmezarı
vardır. Yöre halkı tarafından Mezgit Kale olarak bilinen, İ.S. II. yy veya III.
yy Roma dönemine ait bu anıtmezar oldukça iyi korunmuş durumdadır. Akdeniz’e
bakan anıtmezar 7.80 m ebadında olup, ön kısmındaki Korint tarzında başlıklı
sütunların ortasında konsollar vardır. Bu konsollardan ortadaki ikisi üzerinde
bulunan ayak oyuklarından zamanında mezarın heykeller taşıdığını anlıyoruz.
Aynı konsol tipleri asıl mezar odasında da dört tane olarak görülür.
Anıtmezarın arka pedimentinde ortada bir kalkan; iki yanında kılıç ve akrep
rölyefleri vardır.
Mezaranıtın en önemli özelliği öndeki podyumun yan duvar taşı üzerine yontulmuş
fallus kabartmasıdır. Fallus, döl ve dirim tanrısı Priapos mitini
çağrıştırmaktadır.
Anıtmezar civarındaki 5x20x8 m ölçülerindeki kayadan kesme bir sarnıç ve
zeytinyağı çıkarmada kullanılan dev taş silindirler görülebilecek diğer
kalıntılardır.
Tekkadın
Paslı’dan sonra 4 km ileride Roma ve Bizans uygarlıklarına ait yoğun
kalıntıların bulunduğu Tekkadın örenyerine varılır. Burada kaya mezarları,
lahitler aslan heykelli lahit kapakları, nekropol, sarnıç, küçük bir kale,
kilise ve onlarca ev kalıntıları görülebilir.
Aynı yol takip edildiğinde, Gökburç ve Hançerli kulelerinden sonra Silifke -
Uzuncaburç karayoluna ulaşılır.
Narlıkuyu (Porto Calamie)
Silifke’ye 20 km uzaklıktaki Narlıkuyu koyu balık lokantaları ile ünlüdür.
Antik çağ ve Hıristiyanlık dönemlerinde Cennet - Cehennem’e gezi ve tapınmaya
gelenler için bir deniz kapısı olan ve Ortaçağda ismi Porto Calamie diye anılan
koy eski bir hamama sahiptir. Bu hamamdan günümüze sadece su havuzu ile yıkanma
bölümündeki taban mozaiği kalmıştır.
Poimenios Hamamı Ve Üç Güzeller Mozayiği
Narlıkuyu koyunda hemen deniz kıyısında bulunan hamam
IV.yy Roma dönemine aittir. İmparatorluk yönetiminde etkin bir kişi olan
Poimenios tarafından yaptırıldığı bilinmektedir. Cennet obruğu içindeki yeraltı
deresinin denize ulaştığı yerdeki tatlı su kaynağından yararlanılarak burada
yaptırılan hamamın yıkanma bölümünün tabanında yarı tanrıça üç kız kardeş
tasvir edilmektedir. Baskın renkleri beyaz, siyah, kahverengi ve sarı olan
mozaikte Zeus'’n kızları Aglaia, Euphrosyne ve Thalia çıplak olarak kumru ve
keklikler arasında dans ederken görülmektedir.
Mozaik tablonun üst kenarındaki Grekçe yazının Türkçesi şöyledir:
“Ey konuk dost! Bu mucizeli suyu kimin bulduğunu, saklı kaynağını kimin gün
ışığına çıkardığını merak ediyorsan, bil ki O, imparatorların dostu ve Kutsal
Adalar’ın dürüst yöneticisi Poimenios’tur”.
Yazıttan da anlaşılacağı gibi Poimenios, Roma imparatorları Arcadius ve
Honorius’un dostu ve bugünkü Büyükada, Kınalıada ve Heybeliada’nın o
dönemlerdeki yöneticisi imiş.
Narlıkuyu’dan kuzeye doğru giden asfalt yolun 2. Kilometresinde antik şehir
kalıntıları ile mağaraların bulunduğu yere ulaşılır. Roma ve Bizans dönemlerine
ait yapı kalıntıları arasında hala ayakta duran üstü hatıllı kapı söğeleri ile
taş kemerler, sarnıç ve Cennet Obruğu’nun hemen yanında Zeus Tapınağı
bulunmaktadır.
Zeus Tapınağı Ve Kilise
Üç ayrı dönemde hizmet vermiş olan bu tapınak tanrıların babası Zeus’un dev
ejderha Typhon’a karşı kazandığı zaferin bir simgesi olarak yapılmıştır. Kuzey
yan duvarının doğusundaki taşlarda Helenistik ve Roma dönemlerinde görev yapmış
130 din ve devlet adamının isimleri kazınarak yazılmıştır. Bu bilgiler
ışığında, tapınağın geç Helenistik veya erken Roma döneminde yapılmış olduğu
düşünülebilir.
Hristiyanlık döneminde tümüyle yıkılarak, kendi taşları ile kiliseye
çevrilmiştir. Kimin adına ve ne zaman yapıldığı kesin bilinmeyen kilise en
erken IV.yy; en geç V.yy’dan kalmadır.
Cennet Çöküğü
Bir yeraltı deresinin yol açtığı kimyasal erozyonla
tavanın çökmesi sonucu meydana gelmiş büyük bir çukurdur. Elips biçimindeki
ağız kısmı çapları 250 m ve 110 m olup derinliği 70 metredir. Çökük
tabanının güney ucunda 200 m uzunluğunda ve en derin noktası 135 m olan büyük
bir mağara girişi ve bu mağaranın ağzında küçük bir kilise vardır.
Kilisenin giriş kapısı üzerindeki 4 satırlık kitabede, bu kilisenin V.yy’da
Paulus adında dindar bir kişi tarafından Meryem Ana’ya ithaf en yaptırılmış
olduğu yazılmaktadır.
Cennet çöküğünün içine her biri oldukça geniş 452 basamaklı taş bir merdivenle
inilir. Kiliseye 300. basamakta varılır. Kiliseden sonraki mağaranın bitim
noktasında mitolojik bir yeraltı deresinin sesi duyulur.
Cehennem Çukuru
Cennet çöküğünün 75 m kuzeyindeki Cehennem çukuru da Cennet çöküğü gibi
oluşmuştur. Ağız çember çapları 50 m ve 75 m, derinliği 128 metredir. Kenarları
içbükey olduğu için içerisine inmek mümkün olmamaktadır.
Mitolojiye göre Zeus, alevler kusan yüz başlı ejderha Typhon’u buradaki bir
kavgada yendikten sonra, onu Etna Yanardağı’nın altına sonsuza dek kapatmadan önce
bir süre Cehennem çukurunda hapsetmiştir.
Astım - Dilek Mağarası
Cennet çöküğünün 300 m güneybatısındadır. İçine helezonik demir bir merdivenle
inilir. Birbirine bağlantılı, toplam uzunluğu 200 metreyi bulan galeriler çok
ilginç şekilli dev sarkıt ve
dikitlerle süslüdür. İçi ışıklandırılmış olup, mağaranın astımlılara iyi
geldiğine inanıldığı ve içinde dilek tutulduğu için Astım - Dilek Mağarası
denmiştir. Mağarada sıcaklık ortalaması 15 derece santigrat olup, nem oranı
yazın %85, kışın %95’e ulaşır.
Cennet ve Cehennem çökükleri ile Astım - Dilek Mağarası çevresindeki ağaç ve
çalı dallarına burayı ziyarete gelenler dilek dileyip bez parçası
bağlarlar.
Adamkayalar
Kızkalesi’nden Silifke’nin Hüseyinler Köyü’ne giden
asfalt yolun 5. kilometresinde batıya ayrılan iki kilometrelik taşlık yolun
sonunda Şeytan Deresi vadisine varılır. Bu vadinin dik yamacında, kayaların
yüzünde 9 niş içerisinde İ.S. II. yy’dan kalma 11 erkek, 4 kadın, iki çocuk ve
bir dağ keçisi kabartması vardır. Bazı nişlerin alınlığında Roma kartalı
kabartması görülür.
Cambazlı Kilisesi
Adamkayalar’dan sonra Hüseyinler Köyü’nden geçilip Cambazlı Köyü’ne varılır.
Cambazlı’nın Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerinde önemli bir yerleşim
merkezi olduğu Uzuncaburç (Diocaesarea) ve Ura (Olba) ile Kızkalesi
(Corycus)’ne döşeme antik bir yolla bağlantılı olmasından ve günümüze kadar
gelebilmiş zengin kalıntılarından anlaşılmaktadır. Burada, kaya mezarlarının
yanı sıra birer küçük mabedi andıran anıtmezarlar, lahitler, sarnıç ve
özellikle köyün girişinde bulunan kilise görülmeye değer tarihi kalıntılardır.
Cambazlı Kilisesi, benzerleri arasında orijinal özelliklerini korumuş en iyi
durumdaki örneklerden biridir. Kuzey cephesi tamamen kapalı olan yapının
içindeki iki sütun dizisinden sağdaki Korint başlıklı bütün sütunlarla bunların
üstünde sıralanan galeri sütunları ayaktadır. V. yüzyıla ait 20 m X 13 m
ölçülerindeki kilisenin apsisi ve tüm duvarları sağlamdır.
Aya Tekla Yeraltı Kilisesi
(Meryemlik)
Taşucu yolu üzerinde 4. Kilometreden sağa dönülüp bir km gidildiğinde
Hristiyanlığın en eski ve en önemli merkezlerinden biri olan Meryemlik’e
varılır. Meryemlik’in tarihi Azize Tekla’nın buraya gelişi ile başlar.
İsa Peygamber’in havarilerinden St. Paul’ün vaazlarından etkilenen 17 yaşındaki
Tekla kendini Hıristiyanlık dinine adar. St. Paul’ün bu değerli öğrencisi Konya
ve Yalvaç’ta Hıristiyanlığı yaymak için propaganda yaparken paganların
baskılarına maruz kalıp, öldürüleceğini öğrenince kaçıp Seleucia’ya gelir ve
sonradan kiliseye çevrilen bir mağarada saklanır. Sığındığı mağaradan yöredeki
insanlara çok tanrılı dine karşı Hıristiyanlık inancını yayarken mucizeler
yaratarak hastaları da iyileştirir. Yine öldürüleceği bir sırada bu mağarada
kaybolduğuna inanılır.
Aya Tekla’nın içinde yaşadığı mağara onun kayboluşundan sonra Hıristiyanlarca
kutsal sayılmış; ta ki bu din İ.S. 312 yılında serbest bırakılıncaya kadar
gizli bir ibadet yeri olarak kullanılmıştır. Bu mağara daha sonra IV. yy’da
kiliseye dönüştürülmüştür.
Hıristiyanlığın resmen kabulünden sonraki dönemlerde birçok yapı ile bezenen
Meryemlik’te Mağara Kilisesinden başka, bu mağaranın üzerinde bugün sadece
apsisinin bir bölümü ayakta kalan Azize Tekla Kilisesi; imparator Zenon
tarafından Aya Tekla’ya ithafen yaptırılan kilise ile Kuzey Kilise; hamam,
birçok sarnıç, mezarlıklar ve şehir suru kalıntıları günümüze kadar gelmiştir.
Taşucu (Holmi)
Silifke - Antalya karayolunun 10. km’sindeki Taşucu’nun bulunduğu yerde İ.Ö.
VII. yy’da kurulan eski Holmi kolonisinden bugüne hiçbir tarihi eser
kalmamıştır.
Holmi uzun süre varlığını sürdürmüş, ancak korsan saldırıları nedeniyle İ.Ö.
IV. yüzyıldan sonra zayıflamaya başlamıştır. Büyük İskender’in komutanlarından
ve Suriye Krallığı’nın kurucusu Selefkos Nikator şehrin bu zayıf durumunu
fırsat bilerek kolayca ele geçirmiş; halkını da bugünkü Silifke’nin bulunduğu
yere yerleştirmiştir.
Yolcu trafiği açısından Türkiye ile KKTC arasındaki en önemli kapı olan Taşucu,
bugün modern bir turistik belde olarak hızla gelişmektedir.
Taşucu’nun 2 km batısındaki bir tepenin güney yamacında yerli halkın Manastır
diye isimlendirdiği antik Mylai örenyerinde geç Roma ve erken Bizans
dönemlerine ait yapı kalıntıları bulunmaktadır.
Liman Kalesi
Taşucu - Antalya karayolunun hemen kenarında ve deniz kıyısındadır. Taşucu’na 7
km mesafedeki kale Osmanlı yapısı olup, XIV. yy’da inşa edilmiştir. Günümüze
dek kalan az tahrip görmüş kalelerden biridir.
Boğsak Adası (Nesulion)
Boğsak koyundaki Boğsak Adası’nda Roma ve erken Bizans dönemlerine ait evler,
mezarlar, sarnıçlar ve kilise kalıntıları bulunmaktadır.
Tokmar Kalesi (Castellum Novum)
Taşucu - Antalya karayolunun 22. Kilometresinde kuzeye ayrılan 5 km’lik asfalt
bir yolla ulaşılan Tokmar Kalesi, denize hakim bir tepe üzerine inşa edilmiştir.
Güneyi yalçın bir kaya ile çevrili kalenin kuzeyinde savunma burçları vardır.
XII. yy’da yapıldığı tahmin edilmektedir.
Kilikya Afrodisiası
Halk arasında Ovacık Yarımadası olarak bilinen, arkeoloji literatüründe Kilikya
Afrodisiası diye geçen bu antik yerleşim merkezine Silifke - Anamur karayolunun
35. Kilometresinde güneye ayrılan tali bir yolla varılır. İ.Ö. XII. yy’da
yapıldığı tahmin edilen ve toplam uzunluğu 4 kilometreye yaklaşan kiklopik sur
duvarları ve burçlar görülebilen en eski kalıntılardır.
Antik kentin en önemli eseri St. Pantaleon Kilisesi’dir. İ.S. IV. yy’a ait
kilisenin tabanı tamamen mozaikle kaplıdır. Geometrik şekiller, bitki ve kuş
motifleriyle süslü mozaik taban oldukça iyi korunmuş durumdadır.Şövalye evleri,
sarnıçlar ve nekropol görülebilecek diğer antik kalıntılardır.
Kıbrıs Barış Harekatı Şehitleri Hatıra
Ormanı
Kıbrıs Barış Harekatı’nda şehit düşen 454 subay, astsubay, erbaş ve erimizin
anısına Silifke - Gülnar yolunun 5. kilometresinde, Çamdüzü mevkiinde bir
Hatıra Ormanı oluşturulmuştur.
1976 yılında tamamlanan ve 9 hektarlık bir alanı kaplayan Şehitlikte, Atatürk
Anıtı ve tören alanı ile çevresinde şehitlerimizin sembol mezarları vardır. Her
mezar yanına bir de ağaç dikilmiştir.
Şehitlikte ayrıca, 220 Kıbrıs Türk Mücahidi Şehitleri anısına bir de abide
bulunmaktadır.
1974 Kıbrıs Barış Harekatı’nda ele geçen Rum tank, top, zırhlı araç ve
silahların bir kısmı burada sergilenmektedir.
Frederik Barbarossa Anıtı
Roma - Germen İmparatoru Frederik Barbarossa, III. Haçlı Seferi’nde ordusu ile
Filistin’e giderken 10 Haziran 1190 günü Ekşiler Köyü yakınlarında Göksu
Irmağı’nda boğulmuştur.
1971 yılında Alman Büyükelçiliği tarafından Frederik Barbarossa’nın boğulduğu
yere taptırılan anıt taş Silifke - Konya karayolunun 9. kilometresinde yolun
hemen sağ kenarındadır.
Demircili (Imbriogon) Anıtmezarları
Silifke - Uzuncaburç karayolunun 10. kilometresinde, antik Imbriogon şehrinin
soylularına ait tek ve çift katlı anıtmezarlar vardır. Dört tanesi hemen yol
kenarında bulunan anıtmezarlar İ.S. II. yy Roma dönemi kalıntılarıdır.
Uzuncaburç (Diocaesarea)
Mersin’in en önemli ve en iyi korunmuş tarihi kalıntıları Silifke’nin 30 km
kuzeyindeki Uzuncaburç beldesindedir. Helenistik çağda merkezi Uzuncaburç’un 4
km doğusundaki (ura) Olba Krallığı’nın ibadet yeri olan bugünkü Uzuncaburç
yerleşim yeri, Roma döneminde, İ.S. 72 yılında İmparator Vespasianus zamanında
Olba’dan ayrılarak Diocaesarea (Tanrı-İmparator Kenti) adıyla özerk, kendi
adına para basabilen yeni bir site durumuna getirilmiştir.
Diocaesarea’daki Zeus Tapınağı, burç ve piramit çatılı anıtmezar Selefkoslar,
yani Helenistik; sütunlu cadde, tiyatro, tören kapısı, çeşme, Şans Tapınağı ve
Zafer Kapısı Roma döneminden kalma yapılardır. V. yy’da Hıristiyanlığın yörede
gelişmesi ile Zeus Tapınağı kiliseye dönüştürülmüş, ayrıca yeni kiliseler de
yapılmıştır. Bizans döneminin ardından Anadolu Türkleri buraya şehrin sembolü
olan yüksek burcun ismini vererek “Uzuncaburç” demişlerdir.
Uzuncaburç’taki Belli B0aşlı Kalıntılar Şunlardır:
Sütunlu Cadde
Tiyatronun önünden geçen sütunlu cadde Zeus Tapınağı’nın yanında kent
kapısından gelen diğer bir sütunlu cadde ile kesişir ve Şans Tapınağı’nda son
bulur. İ.S. I. yy’dan kalma Sütunlu Cadde’deki sütunların hepsi yıkılmış ve
mimari parçalarının çoğu yok olmuştur.
Tören Kapısı
İ.S. I. yy’dan kalma Tören Kapısı her biri 1 m çapında ve 7 m yüksekliğinde
Korint başlıklı sütunlarla heybetli bir yapıdır. Sütun gövdelerinden çıkan
konsollar üzerinde zamanında heykeller bulunmaktaydı. Yarısı yıkılmış olan
Tören Kapısı’nın 5 sütunu ayaktadır.
Zeus Tapınağı
Tören Kapısı’ndan sonra antik çeşmeyi geçince sütunlu caddenin solunda bir avlu
içerisindeki Zeus Tapınağı’nın Selefkos Nikator (İ.Ö. 312 - 295) tarafından
yaptırılmış olduğu düşünülmektedir. Zeus Tapınağı, Anadolu’da dört bir yanı tek
sıra 36 sütunla çevrili, Korint tarzında Peripteros planlı, en eski
tapınaklardan biri olarak sanat tarihinde önemli bir yere sahiptir. Romalılar
tarafından da kullanılan tapınak, Hıristiyanlık döneminde, V. yy’da, önemli
değişikliklerle kiliseye çevrilmiş; cella'sı yıkılıp sütunların araları örülmüş
ve buralara kapılar konmuş, doğusundaki sütunlar kaldırılarak yerlerine apsis
eklenmiştir.
Zeus Tapınağı iki bin seneyi aşkın yaşı ve bugünkü muhteşem görünümü ile geçen
zamana meydan okurcasına hala ayakta durmaktadır.
Şans Tapınağı (Tychaeum)
Sütunlu caddenin bitimindeki Şans Tapınağı İ.S. I.
yüzyılın ikinci yarısında yapılmıştır. Bugün beşi ayakta olan, 6’şar m
yüksekliğindeki yekpare granit 6 sütunun taşıdığı arşitravdaki kitabe,
tapınağın kentin soylularından Oppius ile eşi Kyria tarafından yaptırılıp kente
hediye edildiğini bildirmektedir.
Zafer Kapısı
Güney - kuzey yönündeki ikinci sütunlu yol üzerinde ve Zeus Tapınağı’nın
kuzeyinde bulunan kapının ortasında bir büyük; yanlarında iki küçük kemerli
girişi vardır. Üzerindeki kitabede, depremde zarar gören kapının Roma
İmparatorları Arcadius (395 - 408) ile Honorius (395 - 423)’un birlikte
yönetimleri sırasında önemli ölçüde onarım gördüğü yazılıdır.
Anıtsal nitelikli kapının çeşitli yerlerindeki konsollarda vaktiyle heykel ve
büstlerin yer aldığı anlaşılmaktadır. “Zafer Takı” görünümlü bu muhteşem yapı
Zafer Kapısı olarak anılır.
Tiyatro
Roma İmparatorları Marcus Aurelius (161 - 180) ile Lucius Verus (161 - 169)’un
birlikte yönetimleri sırasında yapılmış olduğu burada bulunan bir yazıttan
anlaşılmaktadır. Yer olarak doğal çukur bir arazi seçilerek oturma basamakları
arazinin meylinden faydalanılarak yapılmıştır.
Helenistik Anıtmezar
Uzuncaburç beldesinin güneyindeki bir tepe üzerinde yapılmış olan anıtmezar Dor
biçimindeki mimarisi ile yörede tektir. Piramit çatılı, 15 m yüksekliğindeki
mezar anıt 5,5 m X 5,5 m ölçülerinde kare planlıdır. 2300 yıllık anıtmezarın
Selefkoslar veya Olba Krallığının yöneticilerinden birine ait olduğu tahmin
edilmektedir.
Helenistik Yüksek Kule
Şehri çevreleyen surların kuzeydoğu kenarında bulunan 5 katlı kule 16 m X 13 m
oturumunda ve 23 m yüksekliğinde olup yapımında hiç harç kullanılmamıştır. Her
katı kendi içinde bölümlere ayrılmış olan kule, yöneticilerin yaşadığı bir
mekan olduğu kadar, tehlike anında halkın sığındığı ve şehir hazinesinin
korunduğu güvenli bir yer olarak ta kullanılmaktaydı.
Kule kapısı üzerindeki yazıttan, İ.Ö. III. yüzyılın 2. Yarısında Tarkyares
tarafından yaptırılmış olduğu anlaşılan kule, geçirdiği yangın sonucu vali
Petronius’un emriyle İ.S. III. yy solarında onarım görmüştür.
Eski paraların üstünde amblem olarak kullanılan bu gözetleme ve barınma kulesi
yüksek oluşu nedeniyle bugünkü beldenin ismine de kaynak olmuştur: Uzuncaburç.
Kiliseler
Hıristiyanlığın bölgeye gelmesiyle, V. yy’da Zeus Tapınağı’ndan dönüştürme
kiliseden başka üç kilise daha yapılmıştır. Bunlar, kule yakınındaki Stefanos
Kilisesi, nekropoldeki Mezarlık Kilisesi ve tiyatro yanındaki küçük bir
kilisedir. Bunlardan çok az kalıntı mevcuttur.
Nekropol
Kentin kuzeyindeki bir vadinin her iki yamacına yayılmış olan nekropol sahası,
hem Helenistik, hem Roma, hem de Bizans dönemlerinde kullanılmış olup kaya oyma
çok sayıda mezar vardır.
Ura (Olba)
Uzuncaburç’un 4 km doğusundaki Ura, Helenistik dönemde Olba Krallığı’nın
merkezi ve önemli bir ticaret şehri idi. Bir tepenin üzerinde kurulmuş bulunan
antik kentten günümüze kadar gelebilmiş kalıntılar arsında çeşme binası, su
kemeri, evler, tiyatro ve nekropol bulunmaktadır.
Buradaki en önemli yapıtlardan biri olan çeşme binası Septimus Severus (İ.S.
193 - 211) zamanında yaptırılmıştır. Lamus Deresi’nden alınan su kanal, tünel
ve akuadüklerle bu çeşmeye akıtılıyordu.
Diğer bir önemli eser ise nekropolün bulunduğu vadi üzerine kurulmuş, 150 m
uzunluğunda, 25 m yüksekliğinde dört kemerli akuadüktür. Bu su kemerinin
korunması ve çevrenin gözetlenmesi için kuleler inşa edilmiş olması yapının
önemini göstermektedir. Antik çeşme ile aynı dönemde yapılmış olan su kemeri,
Bizans İmparatoru II. Justin yönetimi sırasında, 566 yılında onarım görmüştür.
Çeşmenin yanında bulunan tiyatro binasından bazı oturma basamakları ile
sahnenin bir bölümü günümüze dek kalabilmiştir.
Olba kentinin oldukça geniş olan nekropol sahasında kaya mezarları ve lahitler
görülebilir.
Jüpiter Tapınağı
Şehir merkezinde bulunan ve doğu ile güney yanlarındaki sütun tabanlıkları
orjinal şekilde korunmuş olan tapınağın uzun kenarında 14'er, kısa kenarında
8'er sütun bulunmaktaydı. Ancak, her biri 10m boyundaki Korint başlıklı bu
sütunlardan bugün sadece biri ayakta kalmış olup 3 tanesi de yıkılmış durumda
yerdedir. 1980 yılında Kültür Bakanlığı'nca başlatılan kazı çalışmaları
aralıklarla devam etmektedir. I.S. II. yy'da yapılmış olduğu anlaşılan tapınak
V. yy' da planında önemli değişiklikler yapılarak kiliseye dönüştürülmüştür.
I.S. V. yy'da yaşamış tarihçi Zosimos "Tapınak, ovadaki ürünlerine
musallat olan çekirgelerden kurtulmak için Güneş ve Sanat Tanrısı Apollon'dan
yardim isteyen ahali tarafından, çekirgeler Apollon'un gönderdiği kus sürüsünce
yok edilince O'na bir şükran ifadesi olarak yaptırılmıştır" diyorsa da
Zeus adına yaptırıldığı da söylenmektedir.
Kıyafetler
Erkekler de : Erkeklerin giydiği folklor kıyafetleri gömlek, şalvar, kuşak,
cepken, başlık, çorap ve yemeni olmak üzere 7 parçadan oluşmaktadır. Erkeklerin
folklor kıyafetlerinde süsleme yoğun olarak cepkende yer almakta aynı zamanda
şalvar da işlemeleriyle dikkat çekmektedir. Çorap, şalvar ve başlık yünden
oluşmakta, baş bağlaması yörede "seğmen" denilen erkek oyuncuyu da
sembolize etmektedir. Bele bağlanan kuşak ise yün püsküllerle süslenmektedir.
Tüm bu folklor kıyafetleri yörenin zengin Türkmen kültürünü, onların sosyal
yaşantılarını sade ve işlevsel yönleriyle anlatmaktadır.
Folklor Erkek Kıyafetleri
Silifke yöresi folklor erkek kıyafetlerinde üste giyilen giysiye
"gömlek" denmektedir. Kırmızı, sarı, lacivert, turuncu renklerden
oluşan dikey çizgili kutnu kumaştan hazırlanmıştır. Gömlek hakim yakalı, önden
düğmeli kollar manşetli ve düğmelidir.
Yörede folklor erkek kıyafetlerinden olan şalvar, yün kahverengi kumaştan
dokunmaktadır. Şalvarın sağ ve sol iki yanında sarı, turuncu, kırmızı yün
ipliği ile stilize çiçek süslemeleri yer almaktadır. Malak kısmı bol olan
şalvar, belden lastikli, paçaları dar ve paça uçları düğmeli olarak
hazırlanmıştır. Drabulus şalvarın üzerine iki kez dolanarak tutturulmuştur.
Silifke yöresi folklor erkek kıyafetlerinden gömleğin üzerine giyilen giysiye
yörede "cepken" denmektedir. Cepken, koyu bordo yada kırmızı kadife
kumaştan dikilmektedir. Yaka kısmı V olup alt kısmı oval kesimlidir. Cepkenin
üzerinde Maraş işi ile işlenmiş stilize çiçek motifleri simetrik düzenlemelerle
tekrarlanmaktadır. Cepken bel hizasında ve kolları uzundur.
Yörede erkeklerin başa taktıkları parçaya "dolak" denmektedir. Saf
yün iplikten el tezgahlarında dokunan başlığın başa giyilen kısmı üçgen olup
külah şeklindedir. Sağa sola uzanan her iki yanı 100 - 174 cm uzunluğunda ve 24
cm enindedir. Kulaklık denilen sağ ve sol yanlar önden çapraz alınarak kulak
açıkta kalacak şekilde arkadan çift düğümle bağlanır. Uçları arkada sarkacak
şekilde bırakılır.
Yörede erkeklerin ayaklarına giydiği ayakkabıya "yemeni" adı
verilmektedir. Koyun yada keçi derisinden hazırlanan yemeninin alt tabanı, önde
üçgen oluşturacak şekilde çevrilerek dikilir. Genellikle kırmızı renkte ve
arkası topuğu iyi tutması için kulaklı hazırlanır.
Kadınlar da : Üste giyilen
gömlek, şalvar, üçetek, öncek, kuşak ve cepkendir. Başa giyilen ise, fes ve baş
süslemeleri; ayağa çorap ve edik giyilmektedir. Kadınların giydiği folklor
kıyafetlerinden en içe giyilen gömlek ve şalvar son derece sade ve
işlemesizdir. Daha üste giyilen ve bele bağlanan öncek aynı zamanda önlük
amaçlıdır ve yöre kadınının çalışkanlığı ve titizliliğini yansıtmaktadır.
Öncek, yün iplikten bez ayağı tekniğinde desensiz dokumadır. Ancak önü değişik
renklerde püsküllerle süslenmiştir. Üç etek ise üç parçadan oluşmuş turuncu
ağırlıklı ve sadedir. Kadınların en üste giydiği cepkende makine de süzeni ile
işlenmiş ve giysinin en süslü bölümünü oluşturmaktadır. Silifke yöresi folklor
kıyafetlerinde kadınların baş süslemeleri geleneksel baş süslemelerine çok
yakın özellikte ele alınmıştır.Başa giyilen kep(fes)'in üzerine yazma
örtülmekte yazmanın üzerine ise alnın üst kısmına turuncu yeşil renklerde krep
bağlanmaktadır. Statüsünü gösterecek nitelikte gümüş para ve zincirlerle
süslenmiş alınlık son derece zengin süslemeleriyle başı tamamlamaktadır.
Folklor Kadın Kıyafetleri
Silifke yöresi folklor kadın kıyafetlerinde alta şalvar giyilmektedir. Kırmızı
saten kumaştan bel kesimli, beli ve paçaları lastikle toplanmış şalvar botları
açıkta bırakacak boyda hazırlanmaktadır. Şalvarın üst kısmına gömlek
giyilmektedir. Gömlek pamuklu beyaz kumaştan omuzdan dikişli, takma kol ve
arkadan düğmeli model özelliğindedir. Kol ve yaka ağızları kırmızı biyeli
olarak hazırlanmıştır.
Gömleğin üzerine yörede üç etek denilen kıyafet giyilmektedir. Üçetek; üç
parçalı, önden dikişli, V yaka, omuzları dikişsiz uzun kare kollu yanları uzun
yırtmaçlı ve önden üç düğme ile tutturulmuştur. Giysinin arkası tek parça
olarak hazırlanmıştır. Bu enine ve boyuna çizgilerden oluşan dokuma kumaşa
yörede "kuntu" ismi verilmektedir.
Yörede üçeteğin üzerine önlük yerine geçen bele bağlanan "öncek"
giyilmektedir. Bordo yün dokumadan hazırlanan öncekin önünde yer alan
püsküller, belden itibaren aşağıya doğru uzunlu-kısalı olarak dikilmiştir. Bu
püsküller; pembe, mor, yeşil, lacivert, sarı, kırmızı renklerde yün yada orlon
malzeme ile yapılmıştır. Öncek arkadan bele bağlanmaktadır.
Folklor kadın kıyafetlerinde "öncek"in üzerine "drabulus"
denilen kuşak bağlanmaktadır. Drabulus önceğin üzerine iki kez dolanarak
arkadan bele iğne ile tutturulmaktadır.
Yörede, folklor kadın kıyafetlerinde en üste giyilen giysiye "cepken"
denilmektedir. Cepken önden açık, yanlardan dikişli, yakasız boyu kısadır. Bel
hizasında lacivert kadife kumaş kullanılmış ve kumaşın üzerinde tüm ön, arkayı
çevreleyen bordür şeklinde motif makinada suzeni tekniği ile sim iplik
kullanılarak yapılmıştır. Geometrik bezemeli ince bordürden sonra, bitkisel
bezeme stilize yapraklardan oluşan ikinci bordür yer almaktadır. İki ön ve arka
ortasında oluşturulan motifler simetrik yerleştirilmiştir. Cepkenin kolları
uzun ve geniştir. Kol ucunda aynı bordürler ve kol ortasında omuza kadar giden
motifler kullanılmıştır.
Silifke yöresi folklor kadın başı süslemelerinde en alta "yazma"
denilen beyaz kare ipekli örtü, başa çene altından çapraz gelecek şekilde
bağlanır. Yazmanın üzerine "krep" denilen turuncu yeşil çizgili bir
bant alnın üst kısmından arkaya gelecek şekilde arkadan bağlanır. Krepin
üzerine ise "alınlık" denilen gümüş süsler takılır. alınlık krepin
üzerine başın orta kısmına gelecek şekilde yerleştirilir. Yanlardan ve alından
zincir ve uçlarında gümüş paralar bulunan alınlık iğnelerle başa
tutturulur.
Silifke yöresi folklor kadın kıyafetlerinde ayağa giyilen botlara yörede
"edik" ismi verilmektedir. Kırmızı deriden yapılan ediğin önü sivri
olup alt siyah deri ön yüzeye doğru üçgen şeklinde gelmekte ve önde bir üçgen
oluşturmaktadır. Edik, bot uzunluğunda bol ve düz kesim model özelliğinde olup,
üst ağız kısmı mavi yün ile biyelenmiş ve önde yer alan deri parçanın üzerinde
püsküller ile süslenmiştir.
TARSUS
İlçenin Tarihi
Doğuda Adana, batıda Mersin, kuzeyde Pozantı,
Çamlıyayla, güneyde Akdeniz ile çevrilidir.
Tarihi ve coğrafyası ile Neolithik dönemden beri
çeşitli kültürlerin kaynaşma noktasını oluşturan ve Antik Kilikia’da stratejik
bir öneme sahip olan Tarsus, Kilikia’yı İç Anadolu’ya bağlayan tarihi yolların
kavşak noktasındadır. Güneyde Regma Gölü ile Akdeniz’e bağlantısı nedeniyle,
ilk ve orta çağlarda deniz ticaretine açık liman kenti olmuştur.
Tarsus’un ismi ilk kez Hitit metinlerinde “Tarşa”
olarak geçmektedir. Asur’lulara göre Que Krallığı’nın başkentidir. İ.Ö. 8. ve
7. yy.da Asur’lular Tarsus’u Tarzi (Tarzu) olarak isimlendirmişlerdir. İ.Ö.
6–5. yy.’da Asur ve Syennesis Krallıkları zamanında ismi değişmemiştir.
Perslerin Tarsus’ta basılan sikkeleri üzerinde de Tarsus adına rastlanmaktadır.
Tarsus “Miratüliber” adlı Arap tarihine göre, Nuh Peygamberin torunu Tarasis
tarafından kurulmuştur. Tarsus’un ismi önce Grekçe Tarsos, daha sonra Latince
Tarsus olarak kullanılmıştır.
Kuruluşuyla ilgili söylence ise şöyledir: Antik
çağlarda Tarsus Çayı’na, yerli Kilikia halkı Kydnos ismini vermiştir ve
Kydnos’un oğlu Parthenia, Kydnos’un denize döküldüğü yere kendi adı ile bir
şehir kurmuştur. Tufandan sonra suların çekilmesi ile kurulan bu şehre Tersein
(kurutmak ) adı verilmiştir. Tarsus’un Tevrat’ta Efsus, İncil’de Arsus, İslam
kaynaklarında ise Hz. Adem Aleyhisselamın oğlu Şit Peygamber tarafından
kurulduğu belirtilmektedir.
Tarsus’un merkezindeki Gözlükule’de yapılan arkeolojik
kazılar tarihinin İ.Ö. 7000 yılına kadar indiğini göstermektedir. Gözlükule
Höyüğü’nün çevresinde yerleşen Neolithik toplumun geçimini tarım ve ticaretle
sağladığını arkeolojik buluntular göstermektedir. İ.Ö. 5000 yıllarında
Kalkolitik dönemde taş ve maden aletler kullanılmıştır. İ.Ö. 3000–1200 ‘deki
ticari ilişkileri sayesinde Tarsus, Kilikia şehirleri arasında önem kazanmış,
ticaret merkezi olmuştur. Bu dönemde Orta Anadolu’da Hitit İmparatorluğu,
Kilikia’da Kizzuwatna krallıkları hüküm sürmektedir. Gözlükule kazılarında
Kizzuwatna Kralı Parivavatri’nin oğlu İşputahşu’ya ait bir mühür baskısı
bulunmuştur. İ.Ö. 1650’de Hitit Kralı Telepinus ile Kizzuwatna Kralı İşputahşu
arasında antlaşma yapılmıştır. Tarsus ve Kilikia İ.Ö. 1500’ den sonra Hitit
İmparatorluğu topraklarına katılmıştır. İ.Ö. 1200’de Hitit İmparatorluğu
parçalanmış İ.Ö. 1200-839’da Anadolu ve Kilikia’da birçok küçük prenslik ve
krallıklar oluşmuştur. Tarsus bu krallıklardan birinin başkentidir. Asur
metinlerinde Kral Salmanassar II’nin, Kilikia’daki Que Krallığı’na dört sefer
düzenlediği ve Tarsus Kralı Kate’yi tahttan indirerek kardeşi Kirri’yi tahta
geçirdiği anlatılmaktadır. Yörede sedir ağaçlarının bulunması Fenike
tüccarlarının Tarsus’ta ticari bir üs kurmasına neden olmuştur. İ.Ö. 727–722
yıllarında Asur Kralı Salmanassar V. zamanında Tarsus, Asur Krallığının eyaleti
olmuştur. İ.Ö. 722-705’de Kral Sargon II zamanında Que Prensliği, batıda Asur
topraklarının koruyuculuğunu yapmaktaydı. İ.Ö. 705-681’de Illibru (Namrun)
valisi Kirua’nın Tarsus’ta başlayan isyan hareketlerini, Asur Kralı Sanherip
bastırmıştır. Asur’lulara karşı yapılan bu isyanın perde arkasında, batı
krallıkları bulunmaktadır. Amaçları Kilikia ovasını ve Toroslardaki maden
ocaklarını ele geçirmektir. Asur Kralı Sardanapal (668–626) döneminde Kilikia,
Kimmerler tarafından yenilgiye uğratılmıştır.
Asur Krallığı’nın yıkılması ile İ.Ö. 612’de başkenti
Tarsus olan Syennessis krallığı kurulmuştur. Ksenephon’a göre, Kilikia Kralı
Syennessis’in karısı Epyaka’nın, Pers Kralı Kyros ile yakın ilişkisi olmuştur.
Tarsus’taki savaştan sonra Syennessis ve Kyros arasında antlaşma yapılmıştır.
Bu antlaşma Kyros’un ölümü ile bozulmuştur. Kilikia’da Syennessis Krallığı İ.Ö.
401 yılına kadar devam etmiştir. İ.Ö. 401 yılından itibaren Kilikia Pers
İmparatorluğu’nun eyaleti olmuş ve Tarsus sikkelerinin üzerinde Pers
Satraplarının isimleri yer almıştır. İ.Ö. 388–380 Tiribazzos, İ.Ö. 379–371
Farnabazos, İ.Ö. 379–373 Datames, İ.Ö. 372–369 Tarhamos, İ.Ö. 368–333 Mazaios
gibi Pers Satrapları Tarsus’ta egemen olmuşlardır.
Makedonya Kralı Büyük İskender İ.Ö. 333’te Tarsus’u
almış, Pers Satrabı Arsemes’i yenerek Kilikia’da Pers egemenliğine son
vermiştir. Komutanlarından Nikador’un oğlu Balakros’u geçici bir süre için
Tarsus’ta yönetime getirmiştir. Büyük İskender doğu seferlerinde iken, Balakros
Tarsus Kral sarayında sevgilisi Glikira ile olağanüstü bir hayat sürmüştür.
Bunu öğrenen Büyük İskender Balakros’un yerine komutanlardan Filatos’u
getirmiştir. Büyük İskender’in ölümünden sonra İ.Ö.323’de imparatorluk
parçalanmıştır. Kilikia ve Tarsus, generallerinden Seleukos Nikator’un eline
geçmiştir. Seleukos Nikator kendi adı ile anılan Seleukos Krallığı’nın
merkezini Babil’den, Antakya’ya taşımıştır. İ.Ö. 312–64 yılına kadar Tarsus,
Anadolu Krallıkları, Ptolemaos’lar (Mısır), Seleukos ve Romalılar arasında sık
sık el degiştirmiştir. Buradaki ilk Roma valisi Claudius’tur. Strabon’dan
edinilen bilgilere göre Romalı hatip Cicero İ.Ö. 51-50’de Tarsus’ta eyalet
valisi olarak bulunmuştur. İ.Ö. 48 yılında Iulius Caesar, Tarsus’a gelmiş,
halkın yoksulluğu ve sefaletine son vererek yönetimde düzenlemeler yapmıştır.
Halk imparatorun bu iyiliklerine karşın Tarsus’a Iuliopolis ismini vererek
Caesar’ı onurlandırmışlardır.
Iulius Caesar’ın İ.Ö. 44’te ölümü üzerine yerine geçen
Antonius’da Tarsus’a gelerek imar çalışmalarıyla kentin gelişmesini
sağlamıştır. Antonius dünyanın en eski kütüphanesini Bergama’dan Tarsus’a
nakletmiştir. Kısa zamanda zenginleşen Tarsus dünyanın ilgisini çekmiştir.
Kleopatra ve Antonius, Tarsus için unutulmaz hizmetler vermiştir. Mısır’a dönen
Kleopatra Antonius’u ikna ederek Mısır’a çağırmış ve İ.Ö. 37 yılında
evlenmişlerdir. İ.Ö. 34 yılında Roma senatosu kararı ile Kleopatra ve
Antonius’a karşı Romalılar savaş ilan etmişlerdir. Kleopatra ve Antonius
yenilmiş ve Antonius kendini öldürmüştür. Actium savaşından sonra bütün Roma
topraklarını kendine bağlayan Augustus, kendine sadık kalan Tarsus’u
ödüllendirmiştir. Tarsus, Efesle boy ölçüşecek derecede zenginleşmiştir.
İmparator Augustus İ.Ö. 31’de Actium savaşında Tarsus’un oynadığı siyasi rolü
affetmiştir. Hocalarından Tarsus’lu Sadon’un oğlu Athenodoros’u Tarsus’a vali
atamıştır. İ.Ö. 30- İ.S. 7 yılları arasında Tarsus için büyük hizmetler
vermiştir. Bu tarihlerde Tarsus'ta Aziz Paulus doğmuştur.
İmparator Hadrianus 117’de Tarsus’u ziyaret etmiştir.
İmparatoru Antonius Pius zamanında ise Tarsus yalnız Kilikia’nın başkenti
olarak değil Likonia, Isauria bölgelerinin yönetim merkezi olmuştur. 260 ‘da
Pers hükümdarı Sapur, Kilikia’yı istila ederek Tarsus’u yağmalamıştır.
261’de Suriye Pamir krallığı ittifakı, Pers Kralı
Shapur’u yenerek bütün Kilikia’yı ele geçirmiştir. Ancak İmparator Aurelianus
270-275’de Pamir Krallığını yenerek Kilikia’yı tekrar Roma topraklarına
katmıştır. 275-276’da Anadolu’daki Got Krallığı’nın, Kilikia’yı istilasından
Tacitus kurtarmıştır. Tarsus 284–305 yıllarında bir Roma eyaleti olmuştur. Bu
dönemde resmi dini olan çoktanrılı inanca, Hıristiyanların isyanları
başlamıştır. İmparator Diocletianus bu sırada Tarsus’a yerleşmiştir. Baskı
uygulayarak birçok Hıristiyanı katletmiştir. Bir söylenceye göre bu imparator
devrinde yedi Hıristiyan genç, kentin 14 km. kuzeybatısında Eshab-ı Kehf
Mağarası’na sığınmışlardır ve yaygın söylence onlardan bahsetmektedir. Ancak
imparatorun Diocletianus olduğu kesin değildir. İmparator I. Constantinos
zamanında 306-337’de Roma eyaletlerindeki isyanlar son bulmuştur. İstanbul’u
hükümet merkezi yapan Constantinos zamanında, Hıristiyanlık büyük yardım
görmüştür. Constantinos II ( 337–361)’den sonra tahta geçen Iulianus Apostata
(361–363) zamanında Tarsus tekrar önem kazanmıştır. 363’te Pers savaşlarında
ölen imparator kendi isteği üzerine Tarsus’a gömülmüştür.
Romalı komutan Pompeius’un aldığı Kilikia ve Tarsus
459 yılına kadar Roma yönetiminde kalmış ve bu dönemde ekonomik ve ticari
alanda üstünlüğünü sürdürmüştür. Tarımla birlikte zeytin ve bağcılık önem
kazanmış, şehir surları önemini kaybetmiştir. 395’de Roma İmparatorluğu ikiye
ayrılmış, Tarsus Doğu Roma topraklarında kalmıştır. Doğu Roma’nın ilk
imparatoru Arcalius 395-408’de Kilikia eyaletini Tarsus, Seleukos ve Anazarbos
olmak üzere üçe ayırmıştır. İmparator Iustinianus 527-565’te Tarsus’ta imar
faaliyetlerini başlatmıştır. Bu dönemde Kydnos (Berdan) Çayı’nın taşkınlarından
Tarsus’u korumak için, Iustinianus Kydnos Çayı’nın yatağını değiştirerek şehrin
doğusuna almıştır. Tarsus Şelalesi bu sırada oluşmuştur. 6. yy’daki depremde
büyük zarar gören surlar tekrar onarılmıştır.
Tarsus, 7.yy’dan itibaren Bizans İmparatorluğu, İran
ve Araplar arasında sık sık el değiştirmiştir. Sıra ile Emevi Halifesi Muaviye,
Abbasi Halifesi Harun Reşit ,Tarsus’u ele geçirmiştir. 965’de Arapların Anadolu
seferlerinde ordu, Tarsus’ta konaklamıştır. Pozantı’daki savaşta Halife Me’mun
ölmüş ve Tarsus’a gömülmüştür. Ulu Camideki mezarlardan biri bu halifeye
aittir. Tarsus, Anadolu Selçuklu Devleti , Haçlı seferleri ve Memluklular
zamanında meydana gelen el değiştirmeler nedeni ile eski ekonomik ve ticari
üstünlüğünü kaybetmiştir. 1375’den sonra Ramazanoğulları ve Dulkadiroğulları
Beyliği yönetimine geçmiş, 1517’den sonrada Osmanlı topraklarına katılmıştır.
1832 yılında Mısır Hidivi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa
Tarsus’a gelmiş ve bu dönemde Tarsus’u çevreleyen surlar yıktırılmıştır. Bu
surlardan yalnız Kleopatra Kapısı kalmıştır. 1839’da tekrar Osmanlı yönetimine
girerek, Adana vilayetinin bir kazası olmuştur. 1918 ‘de Fransız işgaline
uğramış ve Ankara Antlaşması’yla Tarsus, 27 Aralık 1921 tarihinde işgalden
kurtulmuştur.
Coğrafi Durumu
Tarsus Mersin İli'nin doğusunda yer alır. İlçenin doğusunda Adana, kuzeyinde
Niğde, batısında Mersin, güneyinde de Akdeniz yer alır. Coğrafi özellik olarak
34.53 enlem ve 36,56 boylamları arasında bulunan Tarsus, Berdan Nehrinin
Alüvyonlu Ovasında kurulmuştur.
İlçenin güney kısımları müsbit ovalar, kuzeyinde sarp Toros dağlarından oluşur.
İlçenin kıyılarında Akdeniz İklimi, kuzeye çıkıldıkça karasal iklim karakteri
gösterir.
Bolkar dağlarının güneydoğu yamaçlarından başlayan Tarsus Çayı Vadisi, çok dar
ve diktir. Daha sonra doğudan güneye bir yay çizer. Tarsus Çayı Vadisi, kıyı
kuşağına inene dek fazla genişlemez. Kıyıya yakın kesimlerde vadi tabanı birden
genişleyerek Seyhan Irmağının vadi tabanı ile birleşir. Bu geniş düzlükler
üzerinde Tarsus Berdan Ovaları yer alır. 85.000 hektar alanı kapsayan Tarsus
Ovası kıyıdan kumu setleri ile ayrılmış durumdadır.
Eski Cami
Çarşıbaşındaki Kilisenin 1102 yılında St. Paul Katedrali olarak yapıldığı
söylenmektedir. Roma sitilinde kalın ve yüksek duvarları, iç kısmı geniş, dışa
bakan tarafı dar, derin pencereleri ve kalın sütunları ile dikkat çekicidir.
1415 yılında Ramazanoğlu Ahmet Bey tarafından onarılarak camiye çevrilmiştir. .
Bazı kaynaklarda Ortaçağın başlarına ait bir Ayasofya Kilisesinden söz edilir
ve Papa'nın elçisi Mainz Piskoposu Konrad Von Wittelsbach'ın 6 Ocak 1198'de
burada,Ruppenlerden l.Leon'u Ermeni Kralı olarak tanıdığı ve taç giydirmiş
olduğu anlatılır.1704'de Tarsus'a gelen P.Lucas'da burada bir Grek ve bir
Ermeni Kilisesinden söz ederek Ermeni kilisesinin Paulus'un kendisi tarafından
inşaa edildiğini belirtir.1851 yılında Tarsus'a gelen V.Langlois de bu kiliseyi
ziyaret etmiştir. Roma stilinde kalın ve yüksek duvarları,iç kısmı geniş,dışa
bakan tarafı dar,derin pencereleri ve kalın sütunları dikkat çekicidir.
Kilisenin bahçesine.batı yönde bulunan ve cephesi oldukça süslü bir kapıdan
girilir.Yapı bu bahçe içerisinde yaklaşık 460 m2.lik bir alanı
kapsamaktadır.Kesme taşlarla inşaa edilen yapının dış uzun cephelerinde kör
kemerler bulunmaktadır.Batıdaki ana kapıdan girilen salonun genişliği 19.30
m.,uzunluğu 17.50 m.dir.Girişin sağında ve solunda birer yarım plaster sütun ve
bu sütunların hizasında salonu üç sahına (nef) ayıran, ikişerli iki sıra
halinde dört serbest sütun yer alır. Kuzey ve güney duvarlarda da yine yarım
sütunlar bulunmaktadır. Aslında bu sütunlar gri renkli granit olup, antik çağ
yapılarına ait olmaları muhtemeldir.Orta salonun genişliği 12.60 m. olup, üzeri
tonozludur.Tavanın merkezine rastlayan bölümde,ortada Hz.İsa olmak üzere doğuda
Yohannes ve Mattaios,batıda Marcos ve Lucas'ın freskleri bulunmaktadır.Yapının
kuzey-batı köşesinde ise bir çan kulesi yer almaktadır.Yapı ve çevresi yıl
içerisinde oldukça büyük bir restorasyon görmüş, çevre düzenlemesi ve istimlak
ile düzenlenmiştir.
Aziz Paulus
Hıristiyanlık dininde çok önemli biridir. Yahudi kökenli bir aileden gelen
Paulus yada yahudi adı olan Saul M.S. 3 yılında Tarsus'da doğmuştur. Baba
mesleği olan çadır bezi dokumacılığı yapmıştır. 13 yaşına doğru hahamlıkla
ilgili öğrenim görmesi için Kudüs'e gönderildi. Doğduğu kent olan Tarsus'a
döndüğünde çifte vatandaşlık hakkını elde etti yani hem Tarsus hem de Roma
vatandaşı oldu. M.S.34'e doğru yeniden Kudüs'e gitti. Hıristiyanlık dinini
yaymaya ve öğrenim görmeye devam etti. Bu arada Antakya'da Hıristiyanlık
öncülerinden Barnabas ile Hıristiyanlık konusunda çalışmalar yapan Saul adını
Roma adı olan Paulus ile değiştirdi. M.S.36 yılında hiç ummadığı bir anda İsa
ile karşılaştı. Bu karşılaşma sonrasında İsa'nın yolunda ilerleyeceğini
açıkladı. Hıristiyan inancının temel öğelerini öğrendi. Tarsus'a döndüğünde
Hıristiyanlık çalışmalarına devam etti. Ve bir Hıristiyan topluluğu kurdu 43
yılında Barnabas'la yeniden karşılaşan Paulus Hıristiyanlığa inananları ziyaret
için tekrar Kudüs'e gitti. Barnabas ile ayrılan Paulus ikinci dinsel görevine
Silas ve Timetheos adlı din adamları ile devam etti. Suriye, Kilikya, Anadolu,
Efes, Kayseri, Filibe, Selanik, Pire'ye gitti. Bazı söylentilere göre M.S.62
yılında serbest bırakıldığı, bazı söylentilere göre ise de M.S. 66'da idam
edildiği söylenmektedir.
St. Paul Kuyusu
Tarsus İlçe Merkezinde, Kızılmurat Mahallesinde
Cumhuriyet Alanının yaklaşık 300 m kadar kuzeyinde, eski Tarsus evlerinin yoğun
olduğu bölgede, öteden beri St. Paul'un evinin yeri olarak kabul edilen bir
avluda bulunan kuyu, St.Paulus Kuyusu olarak bilinir. Bu evin bahçesinde yakın
zamana kadar yapılan küçük bir kazı çalışmasında bazı duvarlar ortaya
çıkarılmıştır. St.Paulus'un Hıristyanlık için önemine bağlı olarak, bu
kalıntıların ve kuyunun çok eskiden beri kutsal sayılması, kentte yakın zamana
kadar yaşayan Hıristiyan cemaatinin inancının izleri olarak
yorumlanmaktadır.
Halen çevre düzenlemesi ve çevre istimlakleri yapılmış olan kuyunun çapı 1.15
m.dir. Ağız taşının silindir biçiminde olmasına karşın, asıl kuyu gövdesi kare
biçimindedir ve dörtgen kesme taşlarla yapılmıştır. Derinliği 38 m olan kuyunun
suyu yaz- kış hiç eksilmez. Kudüs'e hacı olmak için yöreden geçen
Hıristiyanlarca kutsal sayılan bu kuyu suyundan içilir. Bunun yanı sıra yapılan
kazı çalışmalarında St.Paulus'un doğduğu ev olarak tahmin edilen evin taş
duvarları St.Paul Kuyusu'nun hemen yanında gün ışığına çıkarılmıştır.
Tarsus Müzesi
Tarsus Müzesi, 1557 Yılında Ramazanoğullarından Kubat
Paşa tarafından açık avlulu medrese olarak yaptırılan ve 1966 yılında restore
edilen Kubat Paşa Medresesi’nde uzun süre hizmet vermiştir. Daha sonra 1998
Yılında hizmete giren Tarsus 75. Yıl Kültür Merkezi kompleksine
taşınmıştır. Müzede 4.127 adet arkeolojik, 1.339 adet etnoğrafik, 6 adet
el yazması kitap, 167 adet mühür ve 16.412 adet sikke olmak üzere toplam 22.251
adet eser bulunuyor.Ancak bunların 1.950 adedi sergilenebilmektedir.
Eserler Paleotik, Kalkolitik, Eski Tunç, Hitit,
Urartu, Grek, Roma, Bisans, Selçuklar, Osmanlı dönemlerinden.
Pazartesi günleri dışında hergün 08:00-12:00 ile
13:00-16:30 saatleri arasında açık.
Gözlükule
Neolitik Çağda (İ.Ö. 5000) toprak tepe üzerinde kurulmuş en eski medeniyeti
yaşamasıyla Anadolu kültürüne ışık tutan önemli yerleşim merkezlerinden
biridir. İlk çağda Tarsus limanı olarak kullanılmıştır. Şehrin güneydoğusunda
bugün park olarak ağaçlandırılmış 300 m. uzunluğunda ve 22 m. yüksekliğinde bir
höyüktür.
Burada 1934-1938 ve 1947 yıllarında Hetty Goldman tarafından yapılan Arkeolojik
kazılarda, Neolitik dönemden İslam dönemine kadar çeşitli yapıtlar bulunmuştur.
Neolitik döneme ait, sıva parçaları, opsidon araç ve gereçler, ok uçları, küçük
mızraklar, seramikler, Kalkolitik döneme ait içerisinde ölülerin gömüldüğü
küpler, testi ve çömlekler, aynı mimari tarzda yapılmış üst üste ev
tabanları.Tunç dönemine ait Tunç silahlar, mühürler, dörtgen planlı taş ve
kerpiç evler gibi ilk mimari kalıntıları. Bu çağda kentleşme ve sınıflaşma
ortaya çıkmış, kent yangından sonra surlarla çevrilmiştir. Hitit döneminde
Kuziwatna Kralı Isput Ahşu ile Hitit Kralı Telepinus arasında yapılan
anlaşmanın küçük bir bölümü, Gözlükule'de bu anlaşmayı yapan İsput Ahşu'nun
çevresi çivi ile yazılı, ortası Hiyeroglif bir mührü, Hitit kralı 3.
Hattuşil'in karısı Hepa'ya ait mühür, bir arazi bağışı ile ilgili bir çivili
yazılı Hitit tableti, bir din adamı tasvir eden kristal bir heykelcik ve
Boğazköy surlarına benzer bir kale kalıntıları bulunmaktadır. Gözlükule'de
çıkarılan eserler Adana Müzesi'nde sergilenmektedir.
Donuktaş
İlçenin, Tekke Mahallesinde bulunan Donuktaş İlçedeki anıtların en eskisi
olarak bilinmektedir. Yapı özellikleri ile bir Roma mabedi olması muhtemeldir.
Dikdörtgen şeklinde iç içe bölümleri bulunan çok eski bir yapıdır.Tekke
Mahallesindedir.
Gayet kalın dış duvarların boyu 115 m., yapının
genişliği dıştan dışa 43 m, yüksekliği 7 m, kalınlığı 6.60 m.dir. Prof. Nezahat
Baydur'un yürüttüğü kazı çalışmalarından, bu yapının tapınak olduğu
anlaşılmıştır.
Donuktaş'ı gezen gezginlerden Sefir Barbaro, 1545 yıllarında yazdığı eserinde
buranın bir saray olduğunu yazar, Hollanda'nın Tarsus Konsolosu Barker, 1835'de
yazdığı "Kilikya" adlı eserinde "Donuktaş bir kral ailesi
mezarıdır. Fakat Serdanapol'ın mezarı değildir. Çünkü Serdanpol Ninova'da
yakılmıştır." Demektedir. Donuktaş bazı kitaplarda da Jupiter Mabeti
olarak geçmektedir.
Bir efsaneye göre Donuktaş bir hükümdarın sarayı olup Gözlükule üzerindeymiş,
Hükümdar burada kızı ile yaşarmış, zamanın peygamberi bu hükümdara darılarak
sarayına tekme vurmuş. Saray ters dönerek yuvarlanmış ve bugün bulunduğu yere
düşmüş.
Eshab-I Kehf
Tarsus'un kuzeybatısında 14 km. uzaklıkta Dedeler Mahallesindedir. Kuran-ı
Kerim'de Kehf Suresinde sözü edilen bu mağara Müslüman ve Hıristiyanlarca
kutsal sayılır. Mağaraya 15 basamaklı merdivenle inilir.
Eshab-ı Kehf Mağarasına ait bir efsane halk arasında anlatılır; "Mitolojik
tanrılara inanışın, gücünü kaybettiği dönemlerde, tek Tanrıya inandıkları için
eziyet edilmekten kaçan Hıristiyan dinine mensup Yemliha, Mekseline, Mislina,
Mernuş, Sazenuş, Tebernuş ve Kefeştetayuş adında yedi genç, Putperestliğe
dönmeyi kabul etmediklerinden Rum Hükümdar Dakyanus'un huzuruna çıkarılmışlar.
Bu hükümdar, Putperestlik dinine bağlı kalmalarını, aksi takdirde kendilerini
öldürteceğini söyleyerek birkaç günlük zaman vermiş. Köpekleri Kıtmir ile
birlikte bu yedi genç ölümden kurtulmak için verilen süreden faydalanarak
kaçmışlar ve bu mağaraya sığınmışlar. Allah tarafından kendilerine 300 yıl süre
bir uyku verilmiştir. İlk uyanan, yiyecek almak için kente gider ama, elinde
bulunan zamanı geçmiş para yüzünden yakalanır. Yakalayan parayı nerede
bulduğunu ve oraya götürülmesini ister. O da yalnız olmadığını yedi arkadaşıyla
beraber mağarada kaldığını söyler. Onunla birlikte mağaraya geldiğinde yedi
yavru kuşun tünediği bir yuvadan başka bir şey görmemiştir. Bu nedenle burası
Yedi Uyurlar Mağarası diye de anılır."
Halk arasında ziyaret dağı olarak bilinen dağ, konik biçimi ve topografik
görünümü itibariyle doğal bir özellik arz eder. Mağara 300 m2 büyüklüğünde 10 m
yüksekliğindedir. Mağaranın içinde 3 tünel mevcuttur. Eshab-ı Kehf Mağarasının
yanına Osmanlı Padişahı Abdulaziz tarafından 1873 yılında bir mescit
yaptırılmıştır.
Altından Geçme (Roma Hamamı)
Roma İmparatorluk çağından kalma, Tarsus'un görkemli yapılarından olan Hamam
kalıntısı İlçe merkezinde olup, Eski Cami'nin 50 m kuzeyinde yer almaktadır.
Hamam kalın Horasan tabakaları, moloz taşlardan ve tuğlalardan yapılmıştır.
Kalın duvarın içinde yer yer baca ve havalandırma künkleri ve duvar içinde
tuğladan kör kemerler mevcuttur. Hamamın doğusundaki duvarlar kısmen sağlam
olarak kalmış ve üstünü kubbeyle örtülü olduğu yarım kalan kubbe ayaklarından
anlaşılmaktadır. M.S. 2-3. yy"a ait olduğu tahmin edilen yapının kuzey ve
batı bölümleri tamamen yıkılmış, güney duvarında 3.5 m. genişlikte, 4 m.
yükseklikte delik açılmak suretiyle yol geçirilmiştir. Bu nedenle buraya halk
tarafından altından geçme denilmektedir.
Eski Hamam (Şahmeran Hamamı)
Yeni Vakıf İş hanının yanında, Kızılmurat Mahallesinde yer
almaktadır.Romalılardan kalma bir hamam temeli üzerine Ramazanoğulları
tarafından yapıldığı söylenir. Roma döneminden kalan hamam Altından Geçme'nin
uzantısı, Eski Hamam'ın olduğu yere kadar uzanır. Kapının yanındaki kitabede H.
1290, M. 1873 yılında onarım gördüğü yazılıdır. Mahmut paşa Vakfı olarak
bilinir. Restore edilerek halkımızın hizmetine sunulmuştur. Efsanevi Yılanlar
Padişahı Şahmeran'ın burada kesildiğine ve kanının bu hamamın duvarlarına
sıçradığına inanıldığından "Şahmeran Hamamı" da denir. Plan şeması
dört eyvanlı tipe giren Eski Hamam, yapılan değişikliklerle eski durumunu
kaybetmiş, sıcaklık ve halvet kısımlarından oluşmuştur.Halk arasında şahmeran
olarak bilinen yapı, . Hamam, kuzey güney arkasında olup, dikdörtgen plan
ihtiva etmektedir. Duvarları moloz taştan inşa edilen yapı genel olarak Türk
hamamı özelliklerin göstermektedir. Soyunma yeri, ılıklık, sıcaklık ve külhan
bölümünün üzeri kubbe ile örtülüdür.Ayrıca 10 ahşap loca ve ortada sonradan
betonla çevrilmiş bir havuz vardır.
Kleopatra Kapısı (Deniz Kapısı)
Kleopatra Kapısı, Tarsus'un girişindedir. Bizans
Döneminde inşa edilen kent surlarının Dağ Kapısı, Adana Kapısı ve Deniz Kapısı
bulunuyordu.
Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Tarsus'u anlatırken bu kapı için İskele kapısı
ismini takmıştır.Kapının yapımında Horasan harcı kullanılmıştır. Kapının kenarı
at nalı şeklinde ve yerden yüksekliği 6.17 m, derinliği ise 6.18 m. dir.
Tarsus'un 18. Yüzyıl sonlarına kadar oldukça sağlam üç kapılı surları, 1835
yılında Mısırlı İbrahim Paşa tarafından yıktırılmış ve sadece iki ayak üzerinde
tek kemerli deniz kapısı kalmıştır.
Mısır Kraliçesi Kleopatra'nın sevgilisi Romalı General Antonius ile Tarsus'da
buluşmak üzere geldiklerinde, o zamanın limanı olan Gözlü Kule'de büyük bir
törenle karşılanmışlar ve Deniz Kapısından şehre geldiği söylenir. Bu nedenle
Deniz Kapısına Kleopatra Kapısı da denir
Onur Yazıtı (Yeni Hamam)
Yeni Hamam İlçemiz Merkezinde Ulu Camiinin yanında yer almaktadır. Hamamın
giriş kapısı üzerindeki kitabeden 1785 tarihinde yapılmış olduğu
belirtilmektedir. Bu kitabenin onarım sonrası konulduğu sanılmaktadır. Hamam
klasik Türk hamamlarının özelliğini taşımaktadır. Hamamda soyunma, ılıklık,
sıcaklık külhan olmak üzere dört bölüm mevcuttur. Soyunma yeri beşik tonozla,
ılıklık ve sıcaklık bölümü kubbe ile örtülüdür. Sekizgen planlı sıcaklık
kısmında dört yanda eyvanlar ve bunlar arasında halvet odaları
bulunmaktadır.
Yeni Hamam'ın duvarında bulunmakta olan bu yazıt 1982 yılında yerinden
çıkarılıp şimdiki yeri olan Kleopatra Kapısının kuzeyine yerleştirilmiştir.
Boyu 1.45 m. eni 0.52 m.dir. Romalılar zamanında bir heykelin kaidesi olarak
kullanılmıştır. Üzerindeki yazıtın Türkçe çevirisi şöyledir.
"Bu heykel imparatorluk tapınağının koruyuculuğunu iki kez yapmak, gerek
kent, gerekse Kilikya eyalet yönetiminde bazı sivil ve resmi işlerde özel
sorumluluk ve yetkilere sahip olmak ve bağımsız eyalet meclisi kurmak gibi pek
çok ve seçkin ayrıcalıklarla onurlandırılmış bulunan Kilikya, İsaura ve
Lycaonia eyaletlerine başkanlık eden, en büyük, en güzel ve en önde gelen
başkent olan Severus Alexander'in Septimus Severus'un Caracalla'nın ve
Handrianus'un kenti Tarsus tarafından dindar ve talihli efendimiz imparator
Marcus Aurelius Severus Alexander'in esenliği için dikilmiştir."
Yazıt,Severus Alexander'in imparator olduğu yıllar arasında yani İS 222-235
yıllarına tarihlenmiştir.
Justiniaus Köprüsü (Baç Köprüsü)
Modern Tarsus kentinin doğusunda bulunan Justiniaus köprüsüne halk tarafından
eskiden şehre girişte alınan Bac Vergisinden dolayı Bac Köprüsü
denilmektedir.
Adana-Ankara karayolunun Tarsus girişinde ve kuzeyindedir. Berdan (Tarsus) Çayı
üzerindeki köprü, İ.S.VI. yüzyılda Bizans İmparatoru Justiniaus (İ.Ö.527-566)
tarafından yaptırılmıştır. Birkaç kez ve en son olarak 1978 yılında restore
edilmiştir.
Eski dönemlerde köprüden geçme paralı olduğundan bu köprüye vergi anlamına
gelen Bac adı verilmiştir.
Makam-I Şerif Camii Ve Danyal Peygamber
Kabri
Bu cami'nin içinde Danyal Peygamberin makamının bulunmasından dolayı Makam-ı
Şerif Camii olarak da anılmaktadır. Bulunduğu mahalleye ismini vermiş olan
Makam Camii , bugün müze binası olarak kullanılan Kubat Paşa Medresesi'nin
10-15 m kuzeybatısında yer alan ana mekanı dikdörtgen planlı, tonozlu ve
kemerlidir.
Makam-ı Şerif Camii merkezinde 1857 yılında yapılmıştır. Yeni bir bölüm de
eklenmiştir .Yeni yapıdan eski kısma üç kapı açılmakta ve üç basamakla ana makama
inilmektedir. Burası basık bir kubbe ile örtülüdür. Mihrabı düz ve sadedir.
Doğusunda Danyal Peygamberin kabri yer almaktadır. Bu nedenle camiye
"Makam Camii" adı verilmiştir. Danyal Peygamber 2. Babil Kralı
Nebukadnesar (İ.Ö. 605-562) zamanında yaşamış, Yahudileri Babil esaretinden
ilmi ve kehanetleriyle kurtarmış bir peygamberdir.Rivayete göre Babil Kralı
rüyasında İsrailoğullarından Gelecek bir erkek çocuğun kendi tahtını
sarsacağını bildirmesi üzerine İsrailoğullarından doğan erkek çocukların öldürülmesini
emretmiştir. Bu nedenle Danyal Peygamber doğunca onu dağ başında bir mağaraya
bırakmıştır. Mağarada bir erkek ve bir dişi aslan himayesinde büyüyen Danyal,
delikanlı olunca kavmi arasına karışmıştır.
Bir kıtlık senesinde Tarsus'a davet edilen Danyal Peygamber'in Tarsus'a
gelmesiyle birlikte bolluk olmuş. Bu nedenle Danyal Peygamber Babil'e geri
gönderilmemiş, ölünce de Tarsus'ta şimdiki Makam Camiinin bulunduğu yere
gömülmüştür. Hc.17. yılında Hz. Ömer devrinde Tarsus fethedilince, Danyal
Peygamberin mezarı açtırılmış burada büyük bir lahit içerisinde altın iplikle
dokunmuş kumaşa sarılı ayet uzun boylu bir ceset görülmüştür. Başından geçen
maceraların sembolü olarak parmağındaki yüzüğün taşına biri erkek olan iki
aslanın arasında genç bir çocuk,dişi aslan onu yalıyor şeklinde işlenmiştir.
Cesedin Yahudiler tarafından çalınmaması için, Hz. Ömer'in emri üzerine önceki
yerine gayet derince defnettirilip üzerinden de Berdan Nehrinden gelen ufak bir
çayın suyunu kabrin üzerinden geçecek şekilde akıtıp hiç kimsenin kabre el
sürmeyeceği şeklinde emniyete alınmıştır. Nitekim caminin son tamiratı
sırasında çok derinlerde caminin arka ve alt kısmında suyun giriş yerinde gayet
kalın ve gayet muntazam mazgal demirleri çıkmıştır. Danyal Peygamberin cesedi,
bu mazgallardan geçen suyun çok aşağısındadır.
Ulu Cami (Cami-İ Nur)
Cami-i Nur adıyla anılan ve bulunduğu semte de Cami-Nur ismini veren bu cami,
Tarsus merkezinde yer alan Türk-İslam sanatının önde gelen eseridir.1579
yılında Ramazanoğullarından Piri Paşanın oğlu İbrahim Bey tarafından
yaptırılmıştır.Selçuk-Osmanlı üslubunda tek şerefeli minaresi olan camii
yapımında tümüyle kesme taş kullanılmıştır. 47X13 m. boyutlarında
dikdörtgen plana sahip caminin iç avlusuna 10 m. yüksekliğinde, 7.20 m.
genişliğinde olup, doğu, kuzey ve batı bölümlerini kapsayan 14 mermer sütunun
taşıdığı revak vardır.Avlu taş levhalarla kaplı olup, ortada (H.1323) tarihli
onarım kitabesi bulunan bir şadırvanı mevcuttur. Camiye kuzey yönünden abidevi
portalla girilir. Bu portal Memlük mimarı özelliklerini taşıyan siyah beyaz
mermerlerle süslüdür. Son cemaat yeri, doğu- batı doğrultusunda 14 adet baklava
dilimli sütunların taşıdığı orijinal kiremitlerle örtülü 16 kubbeden revaklı ve
5 kapılı avlu yer alır. Caminin iç mekan sütunları "İran Kemeri" adı
verilen yarı sivri kemerlerle birbirine bağlanmıştır. Caminin minber, mihrap ve
müezzin mahfili mermerden yapılmıştır.
Caminin doğu bölümünde ayrı mekanda Hazreti Şit ve Lokman peygamberlerin
makamları ve Abbasi Halifesi olan ve Pozantı'da 833 (H.218) yılında ölen
Me'mun'un kabri bulunmaktadır.
Cami Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunun 01.11.1990 gün ve 696
sayılı kararı ile tescil edilmiştir.
Tarsus Şelalesi Ve Roma Mezarları
Tarsus İlçe Merkezinin kuzeyinde Berdan (Kydnos) Çay'ı üzerindedir. Berdan
nehrinin bu bölümünde nehir suyu 4-5 metrelik bir yükseklikten dökülerek şelale
meydana getirmektedir. Romalılar döneminde şelalenin bulunduğu alan nekropol
(mezarlık) olarak kullanılmıştır. Şelalenin bulunduğu alanda konalemera yapıya
sahip kayalara oyularak yapılmış mezarlar nehrin akış yükseltisi altında ortaya
çıkmasından sonra oldukça tahrip olmuş durumdadır.
Cumhuriyet Alanı Antik Kenti
Tarsus İlçesi Merkezinde çok katlı otopark projesi temel hafriyat çalışmaları
esnasında zemin seviyesinin 5 m. altında antik bir yola tesadüf edilmiştir. 68
m.lik bölümü ortaya çıkarılan yolun genişliği 7 m. olup, poligonal teknikte
bazalt taştan inşa edilmiştir. Yolun altında 1.70 m. yükseklikte, 70 cm.
genişlikte orijinal kanalizasyon sistemi ve tali kanallarla, cadde kenarlarında
konglemera taştan yağmur sularını toplayan kanallar mevcuttur. Antik yolun sağ
tarafında sütunlu stilabot yer almaktadır. Roma döneminde yapıldığı tahmin
edilen yolun Bizans ve İslami dönemlerde de kullanıldığı yapılan çalışmalardan
anlaşılmıştır.
Antik Mezar Kalıntısı
Tarsus İlçesi, Caminur Mahallesi, 305 ada, 21 parsel üzerinde yapılan Emniyet
Sarayının temel atma hafriyat esnasında ortaya çıkan kesme kireç taşından inşa
edilen anıt mezarın güneyinde bir giriş kapısının bulunduğu, girişin her iki
yanında birer kilinesi bulunan bir oda ile bağlantılı ikinci bir odanın
bulunduğu görülmüştür. Üst bölüm ikinci katta, orta zemine açıklığı olan ve
yanlarda kilineler bulunan bir mekan ve bu mekanın kuzeyinde yüksek kilineli
bir mekanın daha mevcut olduğu tespit edilmiştir. Müze Müdürlüğünce yürütülen
çalışmalar sonucunda mezar içinde bulunan pişmiş toprak lahitler ve diğer
buluntular Müze Müdürlüğüne taşınmıştır.
Roma Yapı Kalıntısı
Tarsus İlçesi Merkezi, Eski Ömerli Mahallesi, 875 ada, 101 parselde Milli
Eğitim Bakanlığınca yaptırılmak istenen Barbaros Hayrettin Lisesi inşaatı
hafriyat çalışmaları sırasında zeminden 3.30 m. alt seviyede açığa çıkan, Roma
döneminde yapıldığı belirlenen yapı kalıntısı dikdörtgen planlı olup, beşik
tonozludur.Kesme kalker taşından yapılma, sıvalı, doğu batı ekseninde olan
koridorun uzunluğu 37.13 m. genişliği 3.30 m. dir. Doğu batı doğrultusunda
uzanan koridorun kuzey cephesinde 8 kapı açıtı, güney cephesinde ise kazı
sonucu açığa çıkarılan bir merdiven girişi, binaya girişi sağlayan ve içi
temizlenen, duvarları freskli, zemini mozaikli oda ve 3 kapı açıtı
bulunmaktadır. Doğu cephede de kemerli bir kapı açıtı bulunmaktadır. Roma
yapısı Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunun 19.01.1998 gün ve
2951 sayılı kararı ile tescil edilmiş ve koruma altına alınmıştır.
Bilal-İ Habeş Makamı Ve Mescidi
Bilal-i Habeşi Makamı ve Mescidi, Ulu Caminin güneybatı tarafında
bulunmaktadır. Peygamberimiz Hz.Muhammed (S.A.V.)' in müezzini olan Bilal-i
Habeşi'nin Hz. Ömer zamanında feth edilen yerleri ziyareti esnasında Tarsus'a
geldiği, Kırkkaşık denilen yerde, yani şimdiki makamı ve mescidi bulunan yerde
ezan okuyup, namaz kıldırdığı için 7. Yüzyılda makamı, 16.yüzyılda da mescidi
inşa edilmiştir. Mescid kara planlı olup, üstü büyük bir kubbeyle örtülüdür. Üç
bölümlü, üç kubbeli son cemaat mahalli mevcuttur. İçeride Bilal-i Habeşi'ye ait
makam kısmı vardır. Ayrıca mescidin yanına bir de kuyu inşa ettirilmiştir.
Osmanlı arşiv belgelerinde, 1519 tarihinde Bilal-i Habeşi makamı adına bir
vakfın kurulduğu anlaşılmaktadır.
Mencek Baba Türbesi
Tarsus İlçesi Merkezi, Tekke Mahallesinde bulunmaktadır. Nakşibendi
Şeyhlerinden Mehmet Bey tarafından yaptırılmıştır. Halk tarafından Mencek Baba
diye adlandırılan türbeye ait kitabe, güneydeki giriş kapısının üzerinde yer
alır.
Osmanlı Devleti arşiv belgelerinde Mencek Zaviyesi (Küçük Tekke) olarak
kayıtlara giren yapının, vakfiyesinden anlaşıldığına göre İmam Kuseyrizade Şeyh
Abdullah Mencek tarafından inşa edilmiştir. Yine aynı zat tarafından H.781
(M.1379)' da vakfiyesi de tanzim edilmiştir. Vakfiyesinden Orta Asya'dan ve
Doğu Türkistan'dan Anadolu'ya gelen ve gelecek Türklerin uğramaları ve
konaklamaları için kurulmuş olduğu ifade edilmektedir. İçeride bir mezar
sanduka yer almaktadır. Güney tarafında bir mihrabı bulunan yapının kubbesinde
dekoratif anlamda renkli süslemeler görülmektedir.
Duatepe Türbesi
Tarsus İlçesi Merkezi, Kleopatra kapısının kuzeydoğusunda, Gözlükule Höyüğünün
batı eteğinde Karamehmetler İlköğretim okulunun bahçesinde bulunmaktadır.
Osmanlı Devleti zamanında yapıldığı tahmin edilen türbe, taş yığma avlu
içerisinde yer almaktadır. Yapı kare planlar ve kubbelerden oluşmuş olup,
bugünkü durumu bakımsız ve harap bir vaziyettedir.
Mehmet Felah Türbesi
Tarsus İlçesi Merkezi, Adana Caddesi üzerinde bulunan Demirkapı Camiinin
içerisinde yer almaktadır. Türbe Tarsus'u Ermenilerden alan Halep Saltanat
Naibi Harzemli Seyfettin Timur'un şehit düşen kumandanı Felahoğlu Nureddin
adına Osmanlı Padişahı II. Abdulhamit tarafından (1903 yılında) yaptırılmıştır.
Kubad Paşa Medresesi
Tarsus İlçesi Merkezi. Tabakhane Mahallesinde bulunmaktadır. 1970 yılından bu
yana Tarsus Müze binası olarak kullanılmaktadır. Yapı Ramazanoğullarından Piri
Paşa'nın kardeşi Kubad Paşa tarafından 1553 tarihinde medrese olarak inşa
edilmiştir. Medrese dikdörtgen planlı olup, ortada avlunun etrafında 16 oda
sıralanmıştır. Orijinalinde iki katlı, tek eyvanlı, açık avlulu medreseler
grubundandır. 1970 yılında yapılan onarımlarda orijinal şeklini büyük ölçüde
kaybetmiştir. Tamamen kesme taştan yapılan medresenin girişi batıdan görkemli,
süslemeli, Selçuklu stilinde orijinal bir kapıdan sağlanmaktadır. Medrese
odalarının tavanları tonozlu olup, odalarda birer ocak bulunmaktadır.
Kırkkaşık Bedesteni
Her
dönem hareketli bir ticari ve siyasi merkez olan ve kültürlerin kesişme
noktasında bulunan Tarsus’un en önemli tarihi yapılarından biri de Kırkkaşık
Bedesteni’dir.
Ramazanoğulları Beyliğinden Piri Paşa’nın oğlu İbrahim
Bey tarafından 1579’da yaptırılmış olan Kırkkaşık Bedesteni, ilk dönemlerde
imarethane (Aşevi) ve medrese olarak kullanılmışsa da, cumhuriyetten sonra
kapalı çarşı olarak işlev görmüştür. Geçmişte Beyaz Çarşı olarak da bilinen
Kırkkaşık Bedesteni, dikdörtgen plana sahiptir. Bedesten adını, yapının dış
cephesinde bulunan kaşık süslemelerinden almaktadır. Kesme taştan inşa edilen
binaya batı ve doğu yönündeki iki kapıdan girilebilmektedir. İçerisinde 21 oda
bulunan yapı 7 kubbeden oluşmaktadır. Ayrıca, içerden iki merdivenle çıkılan
iki kule oda ve batı yönünde dış cephedeki iki oda ile birlikte oda sayısı
25’tir.
Mülkiyeti, Vakıflar Bölge Müdürlüğüne ait olan
Kırkkaşık Bedesteni, Tarsus Belediyesi tarafından kiralanarak 2004 yılında
restore ettirilmiştir. Kırkkaşık Bedesteni, 2005 yılında Tarihi Kentler Birliği
“Proje Yarışma Ödülü” almıştır.
Tarsus Belediyesi, 2006 yılında, turizm alanında
gelişme çabası içinde olan kentin hem tanıtımında hem de sosyo-ekonomik ve
kültürel alanlarda katkı sağlaması hedefi doğrultusunda bedestenin dükkânlarını
işletmecilere kiralamıştır. Bedesten 7 Mart 2007’de yapılan açılış töreni ile
yeniden faaliyete geçmiştir.
Bedesten içerisinde yer alan dükkân ve bürolarda,
başta yöresel el sanatlarına ait seramik, ahşap, bakır, gümüş, deri, dokuma
turistik hediyelik ürünler olmak üzere, yöresel damak tatlarının sunulduğu
yiyecek ve içecekler ile kent tarihini, toplumsal ve kültürel yaşamının
anlatıldığı çeşitli yayınlar sergilenmekte ve satılmaktadır.
Sağlıklı Mahallesi Antik
Yolu Ve Kapısı
Sağlıklı
Mahallesi Tarsus'a 15 km. uzaklıkta olup, köyün yukarı dağlık kısmında ana kaya
üzerinde taş levhalarla döşeli Roma yolu vardır. Roma yolu yüksek bir yerde
olup, buradan Tarsus ve civarı sahile kadar görülebilmektedir. Yolun genişliği
yaklaşık üç metredir. Ve 3 km. lik kısmı sağlam durumdadır. Yolun her iki
tarafında bulunan korkuluk duvarı yol boyunca devam etmektedir. Yol güzergahı
üzerinde Roma ve Bizans devirlerine ait mezarlar ve yolla ilgili yazılı onarım
kitabeleri bulunmaktadır. Söz konusu bu roma yolu üzerinde kemerli bir yapı
vardır. Bu kapının zafer takı ve kilikya sınırlarının başlangıç yeri olduğu
veya sınır kapısı olarak yapıldığı tahmin edilmektedir. Tek sıra kesme taştan
yapılan kapının genişliği 8.80 m, yüksekliği ise 5.20 m.dir.
Çavuşlu Mahallesi Gözetleme Kulesi
Tarsus-Pozantı karayolunun 25. km.sinden sağa dönülerek 7 km stabilize yoldan
sonra Çavuşlu Mahallesi mevkiindeki gözetleme kulesine ulaşılır. Vadiye hakim
bir tepe üzerinde bulunan ve ortaçağda inşaa edilen gözetleme kulesi dörtgen
planlı, duvarları kesme taştan yapılmıştır. İki katlı olan yapının orta kat
ahşap kiriş yerleri görülmektedir.
Gülek Kalesi
Tarsus’un
yaklaşık 60-65 km kuzeyinde yer alan Gülek Mahallesindedir. Bu kale Kilikia
Kapıları’nın da 2 km güneybatısındadır. Temelleri Orta Çağ’a kadar giden kale
strarejik açıdan önemli bir noktada yer almaktadır. Bunu sağlayan neden ise
buranın giriş ücreti alınan bir yer olması ve Tarsus’a giden yol üzerinde
bulunmasından kaynaklanmaktadır. Mimari plan, taş işçiliği ve yüzey
buluntularına göre kalenin farklı dönemlerde iskan gördüğü anlaşılmaktadır. Bir
süre aristokratların himayesinde idare edilen kalenin, 1198-1199 taç giyme
listesinde Gülek’in Lordu olarak Smbat’ın adı geçmektedir.
1838-1939 ‘da İbrahim Paşa Osmanlı yönetimine karşı çıkardığı isyanda bu
yerleşimi kısa bir süre işgal etmiştir. Kalenin kuzey ve batı
duvarlarındaki işçilik 1830’lu yılların sonlarında Pozantı yakınlarındaki
İbrahim Paşa tarafından yaptırılan tabyalara benzemektedir.
Kaleye giriş güneydeki kapıdan sağlanmaktadır. Kuzey
ve kuzeydoğusu çok dik sarp kayalıklar üzerinde olduğu için, güneyi gibi
tahkim edilmemiştir. Güney ve batısındaki sur duvarları rahatlıkla
izlenebilmektedir. Yuvarlak veya kare planlı büyüklü küçüklü kulelerle bu surlar
güçlendirilmiştir. En doğu ucunda bir de sarnıç yer almaktadır. Duvarlarında
bosajlı kesme blok taşlar kullanılan kalenin üzerinde iki yeni yapı
bulunmaktadır. Müştemilatı içerisinde ise giriş kapısının sağ tarafında yer
alan yapı hariç ayakta kalan mekan pek yoktur. Yüzeyde sarı ve
yeşil renklerde sırlı veya sırsız seramik parçaları çok sayıda göze
çarpmaktadır.
Gülek Karboğazı Kuvayi Milliye Anıtı
Pozantı’da mahsur kalan Fransız kuvvetleri Pozantı’da
Kuvayi Milliye milisleri tarafında her gün taciz edilmekteydiler. Bu nedenle
Pozantı’da tutunamayacaklarını anlayan Fransızlar bir yarma hareketiyle
Pozantı’daki ablukan kurtulup Namrun ve Gözne yaylalarını geçerek Mersin’e
gitmek istiyorlardı. Bu planı 25 Mayıs 1920 tarihinde uygulamaya koyan, nişan
sahibi tabur komutanı Binbaşı Menil, ordusuyla yola koyulmuş, yolda tesadüf
ettiği Kumcu Veli’yi ve Gülekli Hatice’yi yanına rehber olarak almıştır.
Tekir’e gelen Fransızlar, şoseden ayrılmışlar, Kumcu Veli’nin ısrarıyla Elmalı
boğazına doğru, patika yolu takip etmişlerdir. Bu yol Kumcu Veli ve Gülekli
Hatice sayesinde Fransızların ölüm yolu olacaktır. Gülek’e haberi götüren
Gülekli Hatice’dir. Karboğazı’na giren Fransızlar artık ölüm boğazına
girmişlerdir. Boğaz, dik yamaçlı, dar bir deredir. Derenin iki yakasına on
yedişer kişi pusuya yatmış, arkadan gelen on kişi de düşmanın geriye dönüşünü
engellemiştir. Açılan ateş sonunda düşman, canının derdine düşmüş,
cephanelerini ve katırlarını bırakarak Teke yaylasına ve Yılan ovasına doğru
kaçmaya başlamışlardır. Canlı kalan Fransızlar, ertesi gün Karaisalı’dan gelen
ve Kara Afet lakaplı Binbaşı Hasan AKINCI’ya teslim olmuşlardır. Gülek’li
kahramanlar, aldıkları esirleri Gerlez semtine getirmişler, etli bulgur pilavı
ve ayran ikramında bulunmuşlardır. Bu olayı temsil eden resim bugün Anıtkabirin
Kuvayi Milliye müzesinde yer almıştır.
Karboğazı savaşı, Çukurova’nın kurtuluşunda bir dönüm noktasıdır. Karboğazı
savaşı dünya savaş tarihinde eşine rastlanmayan bir kahramanlık destanıdır.
Daha sonra yapılacak Ankara antlaşmasının temelini oluşturur. Karboğazı’na
Kuvayi Milliye anıtı dikilerek, kahramanlar ve bu zafer
ölümsüzleştirilmiştir.
Gülek Yazıtı (İskender Yazıtı)
Çukurbağ Köyü’nden çıkıp, Sarışıh Kervansarayı’nı
geçip otobana girdikten sonra gişelerden çıkılıp Tekir (Akçatekir) yoluna
girilir. Sonra sağ taraftaki otobana paralel giden eski yola dönülür. Yazıt
yaklaşık 5 km. uzunluğundaki yolun sonunda, ana kaya kütlesinin batı
eteğindedir. Söz konusu kaya kütlesinin tepesinde de etrafı düzeltilmiş bir
çıkıntı yer almaktadır. Latince olan bu yazıtta “ İmparator Caesar Marcus
Aurelius Antoninus sadık, mutlu, yenilmez Augustus (Caracalla) bu yolu dağları
delerek yaptırdı” yazmaktadır. Altta yer alan iki satır Yunanca yazıtta
ise Kapadokya Bölgesi ile Kilikya Bölgesi’nin sınırını belirten “
Kilikia’nın Sınırı” yazısı bulunmaktadır.
Halk arasında “İskender Yazıtı” olarak
bilinen bu yazıt aslında İmparator Caracalla’ya aittir. Pozantı’dan Gülek
Boğazı’na ulaşan yolun İ.S. 3. yüzyıl başlarındaki Parth seferleri nedeniyle
artan doğu seferleri sırasında Tuna boylarındaki lejyonları Fırat boylarına
sevkedebilmek amacıyla genişletilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumu
destekleyen diğer yazıtlardan birisi Gülek Boğazı’nın hemen kuzeyindeki bölgede
bulunan iki mil taşından birinin üzerinde yer almaktadır. Bu yazıtın Gülek
Boğazı’ndan uzaklığı 15 mil olarak verilmiştir. İ.S. 217 yılına tarihlenen bu
yazıt sayesinde Gülek Boğazı’ndan geçen yolun o devirdeki adının Via
Tauri=Toros yolu olduğunu ve İmparator Caracalla’nın burada geçiti
genişlettirdiğini öğrenmekteyiz. Yine İmparator Caracalla’ya ait bir çok mil
taşı daha bulunmaktadır. Bunlardan bir kaçı Adana Müzesi’ndedir.
İBRAHİM PAŞA Türk
vezir(Kavala 1789-Kahire 1848)
Mısır valisi Mehmet Ali Paşa’nın oğlu. İstanbul’da
öğrenim gördü. 1805’ten beri Mısır valisi olan babasının yanına gitti (1806).
Babası tarafından güçlü bir ordunun başında Hicaz’a gönderildi.(1816) Mekke ve
Medine’yi alarak burada dirlik ve düzeni yeniden kurunca, padişah tarafından
kendisine paşa ünvanı verildi(1817). 1832 yılında Adana’yı, 1833 yılında da
Kütahya’yı aldı ve ordugahını burada kurdu. Bu yıllarda meydana gelen Mısır
ayaklanmasının uluslararası bir kimlik kazanması üzerine yerli ve yabancı
heyetler Kütahya ile İstanbul arasında mekik dokumaya başladılar. Sonuçta
imzalanan Kütahya Antlaşması’yla (1833) İbrahim Paşa Adana eyaleti dışında
Anadolu’yu boşaltmayı kabul etti. Mısır ,Sudan, Hicaz, Filistin, Lübnan, Suriye
eyaletleri babasına bırakıldı. Osmanlı Devleti’nin tarihinde yedi eyalet ilk
kez bir tek valinin yönetimine verildi. Antlaşmadan sonra İbrahim Paşa, babası
tarafından Suriye valiliğine atandı ve Mehmet Ali Paşa ayaklanmasının ilk
evresi böylece sona erdi. 1839’da vergilerin artırılması gibi çeşitli
sebeplerle Suriye halkının ayaklanmasıyla bu olayın ikinci evresi başladı.
İbrahim Paşa savaşı kazanmasına rağmen Suriye’deki ayaklanmaları bastıramadı.
Avrupa devletlerinin arabuluculuğu sonunda yeni padişah Abdülmecit’in
temsilcisi Mustafa Reşit Paşa ile Mehmet Ali Paşa arasında varılan anlaşmaya göre
(1840) Mısır –Sudan valiliği onun soyundan gelenlere bırakıldı, buna karşılık
olarak İbrahim Paşa Filistin ve Suriye’den çekilmeyi kabul etti. Daha sonra
Kahire’ye dönmesiyle Osmanlı Devleti açısından Mısır bunalımı sona ermiş oldu.
1848 yılında babasının yerine Mısır’ın yönetimini üstlendi. Kısa bir süre sonra
da öldü. 1952’de varlığına son verilen Mısır kral hanedanı onun soyundan
gelmedir.
İbrahim Paşa Tabyaları (Gülek)
İbrahim Paşa Tabyaları oldukça sağlam ve bölgemizde
sayısı çok az olan Osmanlı Dönemi yapılarındandır. Yaklaşık 1830’lu yıllarda,
doğudan gelecek saldırılara karşı koymak için İbrahim Paşa tarafından
yaptırılmıştır. Tarsus Pozantı istikametinde otobanda ilerlerken Adana’ya
bağlı Tekir (Akçatekir) Yaylası mevkiine gelmeden yolun solundaki yüksek tepe
üzerinde bir yapı görülmektedir. Bu yapı Kızıl Tabya (Büyük
veya Fenerli Tabya) olarak adlandırılmaktadır.. Burada yer alan
diğer tabyalar Yer Tabyaları , Armutlu Tabya ve Ak Tabya(Beyaz- Küçük
Tabya) ‘dır. Bunlardan Kızıl Tabya , Ak Tabya ile karşılıklı
olarak iki yüksek tepeye yapılmışlardır ve birbirlerini görmektedirler. Antik
dönemden beri stratejik konumu olan bu yer bu anlamda Gülek Kalesi ve Gülek
Yazıtı ile de uyum içerisindedir. Bu tabyalardan çıkarılan birkaç top Gülek
Kasabasına nakledilmiştir.
Kızıl Tabya
Yapının üç katlı olduğu tahmin edilmektedir. Alt
katlarda havalandırma açıklıkları bulunurken üst katta ince uzun mazgal
pencereleri vardır. Bütün odalar birbirleri ile bağlantılı değildir. Genelde
kapıdan içeri girildiğinde solda iç içe geçen iki oda ve diğer tarafta ayrı bir
oda şeklinde mekanlar sıralanmıştır. Malzeme olarak yörenin taşı
kullanılmıştır. Az kalker ve konglomera kayalıkların kabaca düzeltilerek
aralarına küçük ve iri taşların kireçle karıştırılması sonucunda oluşturulan
harçla yapılan duvar örgüsü kullanılmıştır. Yapılar tonozludur. Pencere
kemerlerinde bazı yerlerde tuğla, bazı yerlerde taş kullanılmıştır. Kalenin
temelleri düşey pozisyonda ve daha iri, yüzeyi çentikli taşlarla
örülmüştür. Bu tabya Adana il sınırları içerisinde kalıyor olsa da
diğerleriyle bütün oluşturduğu için kitaba dahil edilmiştir.
Yer Tabyaları
Kızıl Tabya’nın önünden geçen Elmalı Deresi’nin
altındadır. Eski Tarsus-Adana karayolunun kenarlarında sağlı sollu ve
karşılıklı olarak yapılmışlardır. Oldukça sağlam olan bu yapıların orman
alanının altında kalmış olmalarından planları tam olarak anlaşılamamaktadır.
Yine tonozlu ve birbirine geçişli mekanlardan oluşmaktadırlar.
Armutlu Tabya
Tarsus’tan Pozantı’ya doğru giderken Tekir Yaylası’na
gelmeden sağa ayrılan eski yola dönülür. Gülek Yazıtı’na giderken biraz
ilerleyince yolda Beylik Han, Deve Damı, Arkasıdelik Han gibi isimlerle
adlandırılan küçük bir hana ulaşılır. Bu hanın kuzeydoğusunda orman arzisi
içerisinde, rahatlıkla görülemeyen toprak altında kalmış yapı kalıntılarına
verilen isimdir. Bu nedenle plan olarak tam izlenememektedir. Ancak büyük kısmı
sağlamdır.
Beyaz Tabya
Hacın Dağı eteklerindedir. Kızıl Tabya ve Yer
Tabyaları ile birbirini bütünleyen aynı aks üzerinde yer alan bir güzergahtadır
ve bu güzergahın yer altı tüneli ile bağlantılı olduğu da söylenmektedir.
Buruyu ulaşmak için yine Gülek Yazıtı’na giden eski yolun kenarında
bulunan Aspava Yaylası’nın arkasında yer alan orman arazisine girilir ve
devamında tırmanarak bu tabyalara ulaşılır. Girişi güneyde olan bu tabya
yuvarlak planlı ve üç katlıdır. Bu yapıda yörenin taşından, meyilli temeller
üzerinde yapılmış ve etrafına hendek açılmıştır.Mekanın ortasında bulunan yapı
tamamen yıkılmıştır. Alt katta havalandırma pencereleri, üst katta
gözetleme pencereleri ve seyirdim alanı bulunmaktadır. Ancak bu pencereler her
yerde aynı seviyede değildir.
Sarışıh Hanı
Sarışıh Hanı, Tarsus İlçesi, Çukurbağ Mahallesi, Sarışıh Mahallesi yerleşim
alanının batısında bulunmaktadır. Han doğu-batı eksenli olup, tahminen 30 m.
uzunluğunda, 12 m genişliğinde ve 5-6 m yüksekliğindedir. Dikdörtgen planlı han
küçük kesme taşlardan Horasan harcı ile yapılmıştır. Güney cephede yuvarlak
tonozlu giriş koridoru bulunmaktadır. Hanın içi yuvarlak tonozludur. Tonozun
üstü dıştan beton ile doldurulmuştur. Yapının muhtemelen beylikler döneminde
yapıldığı sanılmaktadır. Hanın yanında bir de çeşme bulunmaktadır.
Tarsus Şehitler Abidesi
Tarsus İlçe Merkezi, Cumhuriyet Caddesi üzerindedir. Tarsus'un kurtuluşunda
şehit düşenlerin anısına, 1955 yılında yaptırılmıştır. Kurtuluş Savaşında
Tarsus'un çeşitli yerlerinde şehit olanların naaşları alınıp, bu anıtın
altındaki katakampa konulmuştur. Adana Koruma Kurulunca tescil edilerek koruma
altına alınmıştır.
Çam Alan Türk Şehitliği
Tarsus-Ankara E-5 karayolunun 47. km.sindeki Çamalan Mahallesinde şehit düşen
bir subay ve 29 ere aittir. Adana Koruma Kurulunca tescil edilerek koruma
altına alınmıştır.
Eshab-I Kehf Şehitliği
Tarsus Çamlıyayla karayolunun 20. km.sinde yolun sol tarafındadır.
Ulaş Mahallesi sınırları içerisindedir. İçerisinde 4 adet mezar bulunmaktadır.
Şehitlik Sadi AKŞAHİN isimli bir hayırsever tarafından yaptırılmıştır. Burada
yatan şehitlerin Tozkoparan Müfrezesine mensup oldukları söylenmektedir.
Su Kemeri
Tarsus İlçe Merkezinin 700-800 m kuzeydoğusunda bulunan Su Kemeri 10X3 m.
ebatlarında, 12 m. yüksekliğindedir. Yapının içi moloz taşlardan harç
kullanılarak yapılmış, yüzeyi ise tuğla ile düzgün bir şekilde inşa edilmiştir.
Mahmut Ağa Höyüğü
Tarsus- Adana karayolunun sağ tarafında Mahmutağa
Mahallesinin bitişiğinde bulunmaktadır. Geniş yayvan höyüğün üst kısmı tarla
malikince düzeltilmiş ve tahrip edilmiştir. Höyükte Hitit dönemine kadar olan
katlar tespit edilmiştir. Höyük Adana Koruma Kurulunca tescil edilmiştir.
Aliefendioğlu Köyü Höyüğü
Tarsus İlçe Merkezine bağlı Aliefendioğlu Mahallesi
sınırları içinde yer almaktadır. Höyük Adana Koruma Kurulunun 21.10.1992 tarih
ve 1311 sayılı kararı ile tescil edilmiştir.
Nacarlı Höyüğü
Tarsus İlçesi, Nacarlı Mahallesi sınırları içinde yer almaktadır. Höyük köyün
batısında yüksek bir tepelik üzerinde olup, üst düzeyde yoğun Roma Bizans
dönemi seramik kalıntıları bulunmaktadır. Ayrıca köyün içinde geçen dere
üzerinde tek kemer göze sahip bir ortaçağ köprüsü vardır. Höyük koruma altına
alınmıştır.
Tepeköyü Höyüğü
Tepeköyü sınırları içinde bulunan höyük doğal bir tepe üzerinde yer almaktadır.
Höyükte su sarnıçları, toprağa gömülü pt.küpler ve yoğun yapı malzemeleri
bulunmaktadır. Höyük koruma altına alınmıştır.
Kaklıktaşı Nekropol Alanı Ve Örenyeri
Kaklıktaşı Mahallesi sınırları içinde vadiden batıya yükselen kaya kütlesine
oyulmuş Roma devrine ait mezarlar topluluğu bulunmaktadır. Kaya mezarlarından
içeri girildiğinde geniş mezar odası ve ortada diktörtgen çukurluk ve mezar
odasının yanlarında ölü hediye nişleri yer almaktadır. Söz konusu nekropol
alanının çevresinde küçük yerleşim alanları mevcuttur.
Karadiken Köyü Mezar Anıtı
Karadiken Mahallesinde yüksekçe tepe üzerinde dışı kesme taşlardan yapılmış mezar
anıta M.S.2. nci - 3.yy. tarihlenmektedir. Anıtın üst kısmı yıkılmıştır. İç
örgüsü ara kısım molozlarla doldurulmuştur.
Belenköyü Nekropol Alanı Ve Örenyeri
Belen Mahallesi yakınında kireç taşı kayalık üzerinde M.S.2 ve 3. yy. Roma
devri lahit ve kaya mezarların bulunduğu nekropol alanı bulunmaktadır. Yakın
çevresinde küçük bir örenyeri mevcuttur.
Keşbükü Nekropol Alanı Ve Örenyeri
Keşbükü Mahallesi sınırları içinde anayola girişin sağ ve solunda M.S. 3-4.
yy.a tarihlenebilen geniş bir nekropol alanı bulunmaktadır. Nekropol alanının
doğusunda tepe düzlüğü üzerinde aynı devre tekabül eden bina ve su sarnıcı
kalıntıları yer alır. En ilgi çekici olanı, yolun sol girişindeki kayaya
oyulmuş mezarlardır. Keşbükü köyünün içinden geçen çayın geldiği güzergah
içinde iki adet mezar ve bir adet küçük bir kaya tapınağı bulunmaktadır.
Tapınağın kaya civarına yazılmış beş satır yazı mevcuttur.
Çevreli (Muhat Mahallesi Kilise Kalıntısı)
Mahalle yakınında bir adet 6-7. yy'a ait kilise kalıntısı bulunmaktadır. Kilisenin
apsis ve yan duvarlarının bir bölümü ayakta kalabilmiştir. Kilisenin duvarları
çok tahrip olmuş, apsisin arka kısmı yıkılmıştır.
Çokak Mahallesi Han Kalıntısı Ve Örenyeri
Çokak Mahallesi sınırları içinde Kuzoluk mevkiinde büyük bir han kalıntısı yer
almaktadır. Duvarlarının bir kısmı sağlam olarak günümüze kadar gelmiştir. Han
kompleksine yakın kayalık arazi üzerinde yapı kalıntıları bulunmaktadır. Ayrıca
bir de çeşme binası mevcuttur.
Nusrat Mayın Gemisi
Nusrat Mayın Gemisi 3 Eylül 1914'te Çanakkale'ye
gelmişti. Almanya'da özel şekilde mayın dökme gemisi olarak inşa edilmiş bu
tekne dar alanlarda kolayca manevra yapabiliyor ve az su çektiğinden mayın
alanları üzerinde güvenle dolaşabiliyordu. Ancak Osmanlı Devleti'nin mali
sorunları ona boğazı mayınlayabilmesi için gerektiği miktarda mayın
bulamıyordu. Çanakkale boğazında zaten önceden boğazı kesecek şekilde döşenmiş
mayın hatları bulunmaktaydı. Ancak, düşman zırhlılarının devamlı şekilde
hareketlerinin incelenmesiyle akıllara hayret verecek bir gerçekle
karşılaşılmıştı.
6 Mart gecesi Cevat Bey, mayın grup komutanı Hafız
Nazmi Bey'e "Oğlum, diyordu. Sana çok önemli bir görev veriyorum. Vatanın
selameti bu görevin başarıyla yerine getirilmesine bağlıdır. Yarın akşam,
Nusrat'le son 26 mayınını şu gördüğün karanlık limanda kıyıya paralel olarak
dökeceksin. Düşman hareketinizi seçer, size saldırıya kalkışırsa kıyı
toplarımız önceden aldıkları talimata uygun olarak hareket edecek ve sizi
himaye ateşiyle koruyacaklar. Kendinizi göstermemeye çaba harcayın. Allah
yardımcınız olsun."
Evet. Bu sefer mayınların boğazı kesecek şekilde değil
de kıyıya paralel olarak Karanlık Limanına dökülmesi fikri, mayın uzmanlarının
ince bir çalışmayla ortaya çıkardıkları mükemmel bir fikirdi. Çünkü düşman
zırhlıları boğaza gurup gurup giriyor ve görevini tamamlayan grup ikmal yapmak
için geriye dönerken arkadaki grupların yollarını kesmemek için boğazın en
geniş yerlerinden biri olan Karanlık Liman'da manevra yapıyordu. İşte mayınlar
da bu manevra sahasına kıyıya paralel ancak manevra hattına dik olarak
yerleştirilecekti. Fakat bu işin sonu her ne kadar büyük bir zaferi
getirebilecek olsa da bir o kadar zordu.
Nazmi Bey, ertesi gün Nusrat mayın gemisi komutanlığı
yapacak olan Tophaneli Yüzbaşı Hakkı'yı buldu. Her iki subayda çok iyi
arkadaştılar. İki gün önce kalp krizi geçiren Nusrat'ın genç komutanı Yüzbaşı
Hakkı Bey, sağlığı için yerine bir başkasını görevlendirmeyi önceden Çanakkale
müstahkem mevki komutanı Cevat Bey'in ısrarlarına rağmen, savaşın ve ülkenin
sorumluluğunu omuzlarında duyarak görevi kabul etti.
7 Mart'ı 8'e bağlayan gece yarısı Nusrat demir alarak
Çanakkale'den uzaklaştı. Bütün ışıklarını söndürüp kıvılcım atmasın diye
ocaklarını bastırmış, maskeli ışıklar altında rota izleyerek hedefine doğru
ilerliyordu. Gemi daha önce döşenen mayın hatlarından geçiyor ve Karanlık
Liman'a giriyordu. Deniz sakin, hava simsiyah, zifiri karanlıktı. Uzaklarda
dolaşan düşman devriye gemileri pırıl pırıl yanan projektörleri ile suyun
yüzünü aydınlatmaktaydı. Bir an, suyun yüzüne değen ışık silindirler hemen
ardından denizi yalayarak, havaya kalkıp yeniden denizin yüzeyinde başka bir
noktayı aydınlatıp derinlere inmekte ardından yine uzaklara gitmekteydi. Daha
yakınlarda devriyeye çıkmış düşman gemilerinin projektör ve ışıldakları zaman
zaman Nusrat'in olduğu kıyının karşısını noktalamaktaydı. Son kontroller
bittikten sonra ilk mayın platforma alınmış ve atış anı beklenmeye başlamıştı.
Heyecan son haddindeydi. Vatanın selameti için gerekli olan zafer kilidi,
Nusrat'in elindeydi. Onu mutlaka sessizce yerine bırakmalıydı.
Sonunda Anadolu yakasındaki Akyarlara, yeni mayın
hattını hazırlanacağı noktalara geldiler. Teker teker sessizce elinde kalan son
26 eski tip mayını suya bırakmaya başladı. Suya düşen her mayın belli bir sıra
halinde kendisini asılı tutacak ağırlığın gerdiği teller üzerinde yer almaya
başladılar. Birkaç dakika sonra tüm mayınlar belirlenen rota doğrultusunda
dökülmüştü. Makineler tekrar ulaşabilecekleri en yüksek devirde çok hızlı
tempoda çalıştırılmıştı. Şimdi en az mayınlar dökülüşü kadar tehlikeli olan
geri dönüş yolculuğu başlamıştı. Daha önceki dökülen mayınlar ve düşman devriye
gemileri Nusrat'in yolu üzerinde kol geziyordu.
Bir an için Nusrat'in çok yakınında bir karaltı ortaya
çıktı. Düşman gemisi olmalıydı bu. Büyük olasılıkla düşman zırhlıları geri
dönmüşlerdi ve devriye görevine devam etmekteydiler. Ara verdikleri projektörle
taramaya yeniden başladıkları zaman Nusrat'i görecekler ve her şey bitecekti.
Bütün personelden buz gibi terler boşanıyordu. Nihayet korktukları başlarına
geldi ve düşman gemisinin projektörleri yandı. Karalığı yaran projektör ışığı
az öteden, hızla, üzerlerine doğru, denizi tarayarak geliyordu. Işık dalgası
kıyıları, dalgaları taraya taraya, arada bir durarak, arada bir gerileyerek
ağır ağır üzerlerine geliyordu. Bu ışık silindiri ölüm kılıcına dönüşmüş,
Nusrat'in böğrüne saplanacaktı ki bir mucize gerçekleşti.Ölüm ve ışık dalgasını
içine girmelerine saniye kala, Türk kıyılarında yanan projektör bir mucize
yarattı.
Bizim kıyıda birden bire yana projektörümüz birkaç
saniye içinde, düşman projektörünü deniz üstünde yakaladı. İki projektör şimdi
göz gözeydiler. Ortalığı sise yakın yoğun bir beyazlık kapladı. Beklenmedik bu
ışık kavgası Nusrat'e yaşam umudunu geri verdi. Şimdi karşıyaşan iki projektör,
iki düşman göz birbirinden kurtulmak için olağanüstü bir savaşa başladılar.
Düşman projektör, kurtulmak için yoğun çaba harcıyor, bir türlü başaramıyordu.
Nusrat, bu bazen üstünde, bazen yanında süren ışık çarpışmasının altından
sessizce sıyrıldı. Olanca islim üstünde, Çanakkale yönünde yol almaya başladı.
Tehlike geçmiş verilen görev büyük bir başarıyla
yapılmıştı. Nazmi Bey büyük bir sevinçle kader arkadaşını tebrik etmek istedi.
Ancak Hakkı Bey cevap veremedi. Nusrat mayın gemisinin başkomutanının hasta
kalbi bu ışık savaşındaki heyecan dayanamamış, heyecan kasırgası içinde
duruvermişti.
Bu olaydan on gün sonra müttefik donanması saldırıya
geçmişti. Savaş tam istediği şekilde, kontrollü olarak devam etmekteydi ki,
birden ikmal için geri dönen gemilerde büyük patlamalar meydana gelmişti.
Bunların nedeni, 7-8 mart gecesinde dökülmüş ve bundan sonrada gerek düşman
pilotlarının fark edemediği gerekse 17-18 Mart gecesi mayın gemilerinin yaptığı
mayın kontrolünde bulunamayan Nusrat'in mayınlarıydı.
Düşmanın yüzen kaleleri birer birer batmaya
başlamıştı. Önce Bouve 639 kişilik mürettebatı ile denizin derinliklerine
gömüldü. Bu andan itibaren her şey ters gitmeye başlamıştı. Bouve'in battığı
yerin yakınında manevra yapmakta olan Inflexible bir mayına çarpıştığını rapor
etti ve çok tehlikeli bir şekilde yan yatmaya başladı ve üç dakika sonrada
Irrestible'nda yana yatmakta olduğu ve sancak tarafından mayına çarpıştığını
bildiren yeşil flamanın sancak seren cundasında dalgalandığı görüldü. Daha
sonra da mürettebatı kurtarılan gemi boğazın sularına gömüldü.
Muhteşem armada üç büyük gemisini (Irrestible, Ocean,
Bouve) kaybetmiş, üç tanesi de (Inflexible, Golva, Suffen) ağır yaralanmış
şekilde eldeki gücün üçte biri yitirilmişti. Nusrat'in yapmış olduğu görev
tarihi değiştirmişti.
Müttefik donanması 18 Mart günündeki
başarısızlıklarından çok şey öğrendiler. İngilizler bu yenilginin tüm
faturasını son keşfini yapıp mayın yoktur raporunu veren pilota çıkardılar ve
onu idam ettiler. Nusrat'in 7-8 Mart gecesi bir şehit vermek uğruna yaptığı iş
ve Türk topçusunun başarısı, bir vatanın selametini sağlamış ve düşman
donanmasının Marmara'ya bayraklarını dalgalandırarak girmesine izin vermemişti.
YABANCI GÖZÜYLE 18 MART İngiliz general Oglander'in,
"Çanakkale-Gelibolu Askeri Harekatı" adlı eserinin birinci cildinde:
"Pek uygun başlamış olan gün bu meçhul mayın hattının o olağanüstü ve
ortalığı kırıp geçiren başarısı yüzünden, tam bir başarısızlıkla sona erdi. Bu
yirmi mayının seferin talihi üzerindeki etkisi ölçülemez."
Sir Ccolyen Corbet'in, "Harekatı Bahriye"
adlı eserinin ikinci cildinden: "Felaketlerin hakiki sebebi keşif ve tayin
olununcaya kadar çok geçmedi. Hakikat şu idi ki, 8 Mart gecesinde Türkler,
haberimiz olmadan Erenköy Koyuna paralel olarak 20 mayın dökmüşler ve balıkçı
gemilerimiz, aramaları esnasında bunlara rastlamamışlardı. Türkler bu mayınları
özel amaçla manevra sahamıza koymuşlar, gösterdiğimiz bütün ihtiyat ve
sağgörüye rağmen baş döndürücü bir zafer kazanmışlardır."
Bahriye Nazırı Churchill 1 Ağustos 1930 tarihli
"La Revue de Paris" dergisinde şöyle der: "Nusrat Gemisinin
gizlice döktüğü 20 demir kap, İngilizler tarafından başarı ile başlanmış olan
Çanakkale Harekatını durduran bir takım psikolojik karışıklıklar doğurdu.
Yalnız başına bu engeldir ki, Türkiye'yi bir bozgundan kurtardı ve harbi
uzattı. Bu yüzden mağluplar kadar muzaffer Avrupa'da sarsıldı. Kendilerini
Fransa, Polonya, Galiçya, Balkanlar, Filistin, Suriye ve Kuzey İtalya
topraklarının örttüğü 6-7 milyon insan, düşmanlarının kurşun ve gülleleri ile
değil, 18 Mart sabahı Çanakkale'nin kuvvetli akıntısı altında, ağırlıklarına
bağlı bulundukları tel halatları üzerinde gerili duran 20 demir kap yüzünden
yok olup gitti."
KAYNAK: Destanlaşan Gemiler/Erol
MÜTERCİMLER/1987/Kastaş A.Ş. Yayınları Istanbul
Gelibolu Günlüğü/Ian HAMILTON/1972/Hürriyet Yayınları
Çanakkale Savaşı/Prof.Dr.İsmail KAYABALI/Ankara/1975
TOROSLAR
Toroslar İlçesi kimlik kartı
2008 yılında ilçe teşkilatı kurulmuştur.
Kaymakamlık
Tel: 0 324 322 26 26
Belediye Tel: 0
324 322 72 00
Yumuktepe Höyüğü
Arkeoloji dünyasında ayrı bir önemi bulunan Yumuktepe
Höyük (Neolithik dönemden günümüze kadar kesintisiz yerleşim görmüştür.) kent
merkezinin yaklaşık 1 km. kadar kuzeyindeki Demirtaş mahallesinde yer
almaktadır. 1936 yılında John Garstang ve ekibinin burada yaptıkları ilk
incelemeler sırasında höyüğün batı bölümünde, derenin tahrip ettiği kesitlerde
Neolithik aletler bulduktan sonra kazı yapmaya karar vermiştir. 1939 yılında
ara verilen kazı çalışmaları 1946-1947 yıllarında tamamlanmıştır.
Höyük üzerinde teraslar açılarak yapılan ağaçlandırma
çalışmaları nedeniyle bütün kazı alanlarını ve tabakaları yok eden bir uygulama
gerçekleştirilmiştir. Daha sonra dere kenarına ve Soğuksu kaynağına açılan
derin su sondajları ve höyüğün üzerine depo yapımı kalıntı ve tabakaları bir
kez daha yok etmiştir. 1968 yılındaki sel felaketinde Müftü Deresi’nin taşkını
su sondajlarını ve Yumuktepe Höyüğü’nün batı bölümünü de alıp götürmüştür.
Daha sonra devam eden tahriplerde, höyük üzeri
düzeltilerek 1,5-2 m. ‘lik İslami dönemi içeren tabaka yok edilerek buraya park
ve gazino inşa edilmiştir. Höyükten çıkan taşlarla tuvalet, merdiven ve depo
yapılmıştır.
45 yıl aradan sonra 1993 yılında, Kültür Bakanlığı ve
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Veli Sevin
başkanlığında yeniden başlatılan kazı çalışmalarına Roma Üniversitesinden Dr.
Isabella Caneva’da katılmıştır. Garstang’ın tespit ettiği 33 tabaka’nın
gerçekte iki katı olabileceği tespit edilmiştir. Daha çok Prehistorik
yerleşmeleri ile tanınan Yumuktepe’nin her ne kadar İslami tabakaları park
yapımı sırasında tahrip olsa da, Ortaçağ’da en az üç yapı katı halinde, surlarla
güçlendirilmiş önemli bir merkez olduğu ortaya çıkmıştır. Arkeobotanik
analizler ise zeytinin ana vatanının bu bölge olduğu, üzümün ise daha geç
dönemde geldiği gibi ilginç bulgular vermiştir. Kazı buluntuları Mersin
Müzesi’nde sergilenmektedir.
Hebilli Kalesi
Mersin’in yaklaşık 18 km. kuzeydoğusundaki Hebilli
Mahallesindedir. Ortaçağ dönemine tarihlenen kalenin uzunluğu 20 m., genişliği
14 m.dir. Komutan Kalah Habellieh tarafından yaptırılmıştır. Dışı kesme kalker
taş kaplama, içi moloz taşlarla örülmüştür. Yer yer ağaç hatıl izleri
bulunmaktadır. Tavanı tonozlu, köşeleri yuvarlak kuleli ve iki katlıdır.
Eteğinde sarnıç ve kilise kalıntısı vardır . Köyün girişinde şapel olabilecek
tonozlu küçük bir yapı kalıntısı da bulunmaktadır.
Gözne Kalesi
Mersin’in yaklaşık 29 km. kuzeyindeki Gözne
Yaylasından, 500 m.lik stabilize bir yolla ulaşılan kale, 1085 m. yükseklikte
sarp kayalıklar üzerinde yer alan iki yapıdan oluşmaktadır.
Doğudaki yapı, üçü güneyde, biri doğuda olmak üzere
dört burçlu ve dikdörtgen formludur. Giriş, batıdaki tek kapıdandır. Kapı eşiği
toprak seviyesinden 1 m. kadar yüksektedir. Yapı sivri kemerli tonozla örtülü
olup, içi üç kemerle dört kısma ayrılmıştır. İkisi kuzey, üçü güney duvarlarda
olmak üzere 5 ışık ve havalandırma deliği vardır.
Batıdaki yapı üç pencereli, iki kapılı, altıgen formlu
kule tiplidir. Yapının üstünde güney, batı ve kuzey yanlarında olmak üzere 15
sundurma bulunmaktadır. Tavan, yerden çatıyı saran bir kemerle ikiye
bölünmüştür. Kemerin batı tarafındaki tavan üç ayrı üçgen yüze sahiptir. Doğu
kısmı sivri uçlu tonoz tekniğinde yapılan kale, Ortaçağ dönemine
tarihlenmektedir.
Sinap Kalesi
Mersin’in yaklaşık 29 km. kuzeyinde yer alan Gözne
yaylasının 5 km. kuzeyinde, Ayvagediği yaylasına girmeden sağa dönülen ve
Çandır Kalesi’ne doğru giden yol güzergahındadır. Bu önemli yol Sinap’ı
konaklama yeri haline getirmiştir. Belki de bir garnizon olabilecek bu yerin
Ortaçağ’daki adı bilinmemektedir.
Kale , köşelerinde dört kulesi olan dikdörtgen
planlıdır. Topoğrafik yapıya göre çukurda kalan kalenin duvarları kısmen çökmüş
ve iç yapısı tamamen yok olmuştur.
Dış duvarlarda bosajlı duvar örgü sistemi
uygulanırken, duvar aralarındaki kırık moloz taşlar ise dolgu malzemesini
oluşturmaktadır. İç duvarlar ise düz kesme taştan yapılmıştır. Kuleler
kuzeydoğudaki hariç birbirinin aynıdır. Üst kata çıkan merdiven basamağı izleri
yer yer gözlenebilmektedir. Giriş muhtemelen doğu duvarı içinde olmalıdır.
Kalenin ikinci katında altı adet gözetleme deliği bulunmaktadır.
Çandır (Paperon) Kalesi
Ortaçağ Kalesi olan Çandır, önemli bir coğrafi
konumdadır.( Paperon/Barbaron ) Mersin’in 40 km. kuzeyinde, Çandır Mahallesinin
kuzeybatısında , oldukça yüksek yöreye hakim bir platonun tüm zirvesini
kaplamaktadır. İç Anadolu’ya ulaşan iki önemli yol bu kalenin tam kuzeyinde
birleşmektedir. Çandır’ ın güneyindeki yol Sinap, Gözne ve Belenkeşlik Kaleleri
tarafından korunmaktadır. Köyün doğusunda Kızlar kalesine giden bir yol daha
vardır. Kalede her zamanki gibi su kaynağı olarak sarnıçlar kullanılmıştır.
Gezgin Alişhan’a göre Çandır Bizans kalesi olan
Papirion veya Papurion’dur. İmparator Zeno devrinde en parlak günlerini
yaşamıştır. Zeno tahtı terk ettikten sonra orada gömülmüştür. Stilit Joshua’ya
göre imparator Zeno, kaleyi arkadaşı Illius’a teslim etmiştir. Illius burada
acil durumlarda kullanılacak hazineler biriktirmiştir. 479 yılında Veria’nın en
küçük üvey oğlu Prens Marcinus kaleye sürgün edilmiş ve beş yıl sonra Illius
geri getirilerek idam edilmiştir. Gottwald’a göre Çandır’ın Papirion olması
imkansızdır. Eski tarihçiler kaleyi Kilikia, Kapadokya ve Isauria arasında
olarak tanımlarlar. Oysa Papirion her zaman Kilikia bağlantılı olmamıştır.
Çevresindeki uçurumlar savunmada önemli bir doğal set
oluşturmaktadır. Bu nedenledir ki kule inşa edilmemiştir. Zirvenin ucundaki
duvar ise heyelana karşı yapılmış olmalıdır. Kaleye çıkışı sağlayan 63
basamaklı merdiven, güneye doğru 59 basamakla devam etmektedir. Kale içinde
kilise kalıntısı ve iki katlı yapı kompleksi bulunmaktadır. Büyük odalar
arasında kemerli geçiş kapıları ,sağlam durumda olan diğer odalardaki süsleme
unsurları ve boya izleri hala görülebilmektedir. Üst kat odalarına küçük bir
merdivenle çıkılmaktadır. Kalenin güneydoğu kesiminde sivil halkın ikamet
ettiği bazı yapı kalıntıları ve tahrip olmuş kilise kalıntısı vardır. Bir adet
lahit (sarkopaj) bulunmuştur.
Kızlar Kalesi-Manastır
Çandır Kalesi’nin ve köyünün doğu-güneydoğusundadır.
Yer yer asfalt ve çoğunlukla stabilize bir yolla ulaşılmaktadır. Çandır kalesi
yolundan geri döndükten sonra Sinap kalesine sapan yola değil Ayvagediği yoluna
da sapmadan sola ayrılan stabilize yoldan dere kenarına indikten sonra tekrar
sola dönerek ve dere takip edilerek ulaşılmaktadır. Araba ile bir yere kadar
varılabilen bu yere geri kalan yol yürüyerek ,dere içine inilerek ve
tırmanılarak çıkılmaktadır. Bu nedenle ulaşımı zordur. Yapılan incelemede halk
arasında kale denilen bu yerin aslında bir manastır olduğu anlaşılmıştır.Yüksek
bir tepenin eteklerinde yer alan burunda kurulmuştur. Mimari kalıntıların çok
azı ayakta kalmıştır. Ana kaya önüne çekilen set duvarından hiçbir iz
kalmamıştır. Ancak üzerinde 18 satırlık Ermenice yazıtın bulunduğu duvar hala
sağlamdır.
Belenkeşlik Kalesi
Mersin’in yaklaşık 20 km. kuzeyindeki Soğucak
yaylasındadır. Kale , iki katlı ve dikdörtgen planlıdır. Dış duvarları kesme
blok taşlarla örülen kale, üzerine yapıldığı kayalık arazi ile bütünleşmiştir.
Kapı açıklığı zeminden yukarıda olduğu için kaldırılabilir - yaklaştırılabilir,
ahşap bir düzenek kullanıldığı tahmin edilmektedir. Giriş üç bölümlü kenar
pervazıyla donatılmıştır. Üst katta gözetleme delikleri bulunmaktadır. Alt
katta enine iki kemerle desteklenmiş odanın kuzeybatı köşesinde büyük ve üstü
açık bir kapı vardır. Bu kapıdan ikinci kata çıkılmaktadır. İkinci katın
duvarlarındaki konsolumsu taş çıkıntılar,belki de ağaç hatıllardan yapılmış bir
üçüncü katın olabileceğini göstermektedir. Sağlam durumdaki kale, Orta Çağ
dönemine tarihlenmektedir.
Asar (Hisar) Kale
Kale, Gözne’den Arslanköy'e giden yol güzergahında,
Güzelyayla Yaylasına varmadan yolun solunda yer almaktadır.
Kalenin dışı kalker kesme blok taşlarla örülmüştür.
Batı tarafındaki, vadinin yanında bugün çok az taşları kalan Arslanköy kalesi
görülmektedir. Buranın tarihi kaynaklarda rastlanan bir adı bulunmamaktadır.
Dış yüzündeki taşların yüzeyi pürüzlü olarak
işlenmiştir. Kuzey kulesinin haricinde iç kısım duvar taşları düzgün
yüzeylidir. Kuzeybatıdaki kuzey kulesi parçalanmış duvarlarla bir kalıntı
halindedir. Kuzey kulesi aslında iki katlı bir binadır. Üstteki kat çökmüş
olmasına rağmen yapısı bellidir. Kuzeyde, şimdiki yıkık olan, ince bir apsidal
yapı mevcuttur. Bu alan belki bir depo , belki bir kilisedir.
Güneydeki kule odasının girişi yıkılmıştır. Odanın iç
duvarlarının yapısı düzgün kesme kalker kaplama taş arası moloz dolgudur.
Duvar, rengi ve deseni birbirinden farklı pek çok kalker taşla yapılmıştır. Bu
nedenle süslü ve çok değişik bir taş yapısı kullanılmıştır.
Güney kulesinden başlayan duvar , kuzey kulesinde son
bulmaktadır. Çöküş nedeniyle mazgallar ve kuzey kulesinin tepesi zeminle
birleşmiştir. Doğunun sonunda küçük alandan su çıkmaktadır. Kuzeybatıdaki
köşede toprağın içinde borular vardır. Bunlar yağmur suyunu toplamak veya başka
bir yere kanalize etmek için yapılmıştır. Kuzeybatı köşesindeki odaların girişi
de çökmüştür.
Kaleye ait bazı ufak depolar anayoldadır.Planından ve
taş işçiliğinden Ortaçağ dönemine ait bir yapı olduğu anlaşılmaktadır. Burada
dönemin kralı Het’um II ‘ye ait madeni paralar bulunmuştur.
Gediği Kalesi Ve Manastır
Mersin’in yaklaşık 45 km kuzeyinde yer alan Yavca
Mahallesinin 10 km. güneyindedir. Gediği Dağı’nın güney tarafındaki yol
Akdeniz’e uzanmaktadır. Kale, Hisar, Arslanköy, Fındıkpınar ve Evciler ile
karşılıklı birbirlerini görmektedir. Güneybatısına doğru üstü taraçalı ,
mağaraların bulunduğu ikinci bir tepe vardır. Bu doğal kireçtaşı oyuklarının
her biri duvarlarla örülmüştür. Doğu zirvesinde yer alan bu kalıntıların,
manastır kompleksi olduğu sanılmaktadır.
2.210 m. yükseklikteki kaleye ulaşmak son derece
zordur. Tırmanış yolu olarak ancak kuzeyde bir geçit bulunmaktadır. Buradaki
duvar aslında yokuş aşağı uzanan, altlı üstlü kayalardan oluşan harici bir
istihkam alanıdır. Geçişleri kontrol etmek amacıyla yapılmış olmalıdır. Duvar
işçiliğinden 6. ve 7. yy.lara tarihlenmektedir. Bu duvarda bulunan delik,
zamanında kapı olarak kullanılmıştır. Arazinin zorluğu bu duvarın zirvedeki
kale ile ilişkisini anlamayı olanaksızlaştırmaktadır. Burada bulunan patika yol
mağaralarla ilişkilidir. Bu patikanın sonu güneybatı yönünden, zirvenin
kuzeydoğu ucuna doğru dönmektedir. Kuzeydoğu ucunda bulunan noktalar geçit
olabilecek özelliktedir.
Çok yoğun bitki örtüsü nedeniyle kalıntılar çok zor
görülebilmektedir. Duvar taşlarının çoğu uçuruma yuvarlanmıştır. Kalenin
güneybatısındaki arazi eğimi yeterli korumayı sağladığından buradaki duvarlar
savunma amaçlı kullanılmamış olmalıdır. Bu yönde hiçbir sarnıç kalıntısı da
bulunmamaktadır.
Bu komplekse ulaşımın zor olmasından, elverişli bir
yerleşim yeri olamamıştır.Kalenin kompleks girişi, kuleleri ve diğer bölümleri
olmadığı için istihkam gibi inşa edilmediği de açıktır. Belki de manastıra ait
bir sığınaktır. Askeri bir değeri ise ancak gözetleme ve haberleşme yeri olarak
vardır.
Evciler Kalesi
Mersin’in 40 km. kadar kuzeyinde yer alan Çandır
kalesinin (Arslanköy’e giden yol güzergahında ) 20 km. kadar batısındaki
Evciler Mahallesi mevkiindedir. Ortaçağ’daki adı ve tarihçesi bilinmeyen küçük
bir garnizon kalesidir.
Basit simetrik bir iç avlusu ve iç kulesi vardır. İç
kale tepenin doruğundadır ve iç avlunun duvarları güneye doğru alçalmaktadır.
Olasılıkla Bizans döneminde yapılmış olan iç avlunun güneybatı köşesinde
yuvarlak bir kule bulunmaktadır.
YENİŞEHİR
Yenişehir İlçesi kimlik kartı
2008 yılında ilçe teşkilatı kurulmuştur.
Kaymakamlık
Tel: 0 324 326 80 10
Belediye
Tel: 0 324 326 47 63
Hz. Miktad (Muğdat) Camii
Ankara Kocatepe Camii'nden sonra, Cumhuriyet döneminin
ikinci büyük cami Muğdat Semti'ndedir. Cemaat yeri, Ana kubbe, son cemaat yeri
ve mahfil katından ibaret olan ve klasik Osmanlı mimarisi tarzındaki yapı,
toplam Üç'er şerefeli ve 81 metre uzunluğunda 6 adet minaresi, konferans
salonu, kütüphane, aşevi, sağlık ocağı ve diğer birimleriyle külliye özelliği
taşır.
Başnalar Kalesi
Mersin’in 15 km kuzeybatısındaki İnsu
Mahallesinden stabilize bir yolla 300 m. yakınına gidildikten sonra geri
kalan yol yürüyerek, kaleye ulaşılmaktadır. Kuzucubelen’in kuzeydoğusundadır.
Üç tarafı vadiyle çevrili olup, doğusu ormanlık ve dağlıktır. Kesintisiz
duvarlarıyla yedigen bir plana sahip olan kalenin üç kulesi bulunmaktadır.
Duvar örgü sisteminden Bizans döneminde yapıldığı anlaşılmaktadır.
Mersin Arkeoloji Müzesi
Çağdaş
müzecilik faaliyetlerinin yürütülmesine imkân veren fiziki şartların sağlanması
için Yenişehir İlçesi, Gazi Mahallesi, Adnan Menderes Bulvarı üzerinde 7.465
m2’lik kapalı alanı olan müzede, eserlerin sergileneceği salonların yanında
geçici sergi salonları, çocuklar için arkeopark uygulama alanları, kütüphane,
hediyelik eşya satış yeri, kafeterya gibi sosyal alanlar da yer
almaktadır.
Müzede toplam 1.435 adet eser sergilenmektedir. Ziyaretçiler, giriş katında
bulunan zaman tünelinde tarihe bir yolculuk yaparak, kronolojik sergi salonunda
uygarlıkların her alanda nasıl gelişip neler yapabildiklerini izleyecek, ölü
kültü alanında kültürlerde ölü gömme geleneklerini, etnografik salonda
insanlarımızın geçmişten günümüze kullandığı etnografik eserlerin yanında
Yumuktepe Höyüğü yakınında bulunan Huğ Evinin replikasını görecektir.
Birinci katta sergilenen sikkelerle uygarlıkların yapısı yakından izlenecek
aynı salonda Toroslar İlçesi sınırlarında Müftü Deresi kenarında bulunan ve
9000 yıldır kesintisiz yerleşim gören Yumuktepe Höyüğünün canlandırmasını ve
kazıdan çıkan eserleri, Mezitli İlçesinde bulunan ve MÖ. 3. bin yıldan MS. 6.
yüzyılın sonlarına kadar iskân gören Soli-Pompeipolis Antik Kentini, Erdemli
İlçesinde bulunan MÖ. 4. yüzyıldan günümüze kadar yerleşim gören ve Antik
Dönemde zeytinyağı ticareti ile ünlenen Elaiussa-Sebaste Antik Kentinin
arkeolojik zenginliğine tanık olacaktır.
Günümüzün modern teknolojileri kullanılarak yapılan Mersin Arkeoloji Müzesinde;
ziyaretçi, geçmiş uygarlıkların yaşam ve sanatını, düşüncelerini, inançlarını
öğrenmenin yanında kafeteryasında soluklanıp çay kahve içecek, kütüphanesinde
araştırıp bilgilenecek, Müze Yolu ve Müzepark adını verdiğimiz alanlarda bir
gününü dolu dolu yaşayacaktır.
21. yüzyıla ve Mersin ilimize yakışır bir şekilde modern müzecilik anlayışıyla
yapılan Arkeoloji Müzesi, kentimizin tarihi ve kültürel değerlerinin en iyi
biçimde korunmasını ve yaşatılmasını sağlamanın yanında sosyal tesisleriyle
yaşayan, yaşatan ve öğreten bir müze olarak şehrimiz kültür ve turizmine büyük
katkı sağlamaktadır. Mersin'e gelen yerli ve yabancı konuklara “görmeden gitme”
diyebileceğimiz yerlerin başında Arkeoloji Müzesi gelmektedir.
Pazartesi tüm gün, dini bayramların ise birinci günü öğlene kadar kapalı, diğer
günlerde mesai saatleri içerisinde ziyarete açıktır.
KAYANAK:MERSİN İL KÜLTÜR VE TURİZM MÜDÜRLÜĞÜ